ABESE SURESİ VE BAZI İSLAMİ ÇALIŞMALAR

  • imsa

ABESE SURESİ VE BAZI İSLAMİ ÇALIŞMALAR

Abese suresi Mekke’nin ilk yıllarında nazil olan surelerdendir. Abese fiilinin mastarı olan abs, “hoşnutsuzluk sebebiyle yüzdeki ifadenin değişmesi, yüz ekşitme, surat asma ve kaş çatma” gibi manalara gelir. Surenin iniş sebebi olarak şu olay anlatılır. Hz. Peygamber bir gün, Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden Utbe b. Rebîa, Ebû Cehil, Ümeyye b. Halef ve Abbas b. Abdülmuttalib ile konuşuyordu; onların Müslüman olmalarını istiyor ve bu konuda gayret gösteriyordu. Bu sırada âmâ sahâbîlerden İbn Ümmü Mektûm yanlarına gelerek Hz. Peygamber’den kendisine bir âyet okumasını istedi. “Ey Allah’ın elçisi, Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret!” dedi ve onun başkalarıyla meşgul olduğunu fark etmediğinden bu sözünü birkaç defa tekrarladı. Konuşmasının kesilmesinden dolayı canı sıkılan ve bu hoşnutsuzluğunu yüz ifadeleriyle açığa vuran Hz. Peygamber, onunla ilgilenmeyerek yanındakilere döndü ve konuşmasını sürdürdü. Konuşmasını bitirip kalkacağı sırada Abese sûresi nâzil oldu.

Surede Allah-u Teâlâ Peygamber efendimize (sav) şöyle hitap ediyor. 1,2. Kendisine o âmâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü.3. (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak,4. Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek.5. Kendini muhtaç hissetmeyene gelince;6. Sen, ona yöneliyorsun.7. (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne! 8,9,10. Allah'a karşı derin bir saygıyla korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun.11. Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur'an) bir öğüttür. 12. Dileyen ondan öğüt alır.

Abese sûresinden önceki Nâziât sûresi Hz. Peygamber’in bir uyarıcı olduğuna dair ifadelerle son bulurken, bu sûre bizzat Peygamber’in uyarılması, ayrıca öğüt ve uyarının kimlere fayda vereceği konusuna dikkat çekerek başlamaktadır. Hz. Peygamber’e, kalpleri öğüt almaya, gerçeği anlamaya yatkın ve arzulu kimselerle ilgilenmesi tavsiye edilirken, dünya nimetleriyle şımararak bir umursamazlık içinde haktan yüz çevirenlere karşı tebliğden öte bir sorumluluk taşımadığı hatırlatılmaktadır. Hak ve hakikatin apaçık ortada olduğu, dileyenin ona talip olabileceği, asıl ilgi gösterilmesi gerekenlerin hidayete ulaşmaya istekli kimseler olduğu ifade edilmektedir. 

Yukarıdaki olaydan anladığımız kadarıyla Hz. Peygamber(sav), müşriklerin ileri gelenlerinin iman etmesiyle Müslümanların yararına olacak bir takım beklentinin gerçekleşme zeminini elde etmeyi hedefliyordu. Kureyş’in ileri gelenlerinin İslâm’ı kabul etmesi durumunda ise Müslümanların maruz kaldığı baskıların son bulması ve İnsanların İslâm'a girmesini engelleyen fiili durumun ortadan kalkması manasına geliyordu. Bu bağlamda İslâm’ın çevrede büyük bir güç olarak ortaya çıkması, toplumda söz sahibi olan bu kimselerin iman etmesine bağlı gibi görünüyordu. Günümüze baktığımız zaman ise aynı mantığın bugünde farklı sebepler altında devam ettiğini müşahede ediyoruz. Kelli felli Müslüman cemaatlerin bir kısmı toplumun elit tabakasının kendi cemaatlerine dâhil olması için canhıraş çalışıyorlar. Toplumun elit tabakasını kazanma çabası görünüşte veya söylemde Allah resulünün İslam’ın yayılması güçlenmesi niyetini taşıyor gibi görünse de, elde edilen sonucun ise aynı niyete hizmet etmediğini görmekteyiz. Bu tür çalışmanın İslam’ın yayılmasından çok, dünyevi mal, otorite ve güç alanının genişletilmesine hizmet ettiğine şahit oluyoruz. O gün İslam, daha çok zayıf ve güçsüzlerin omuzlarında yükselerek, zayıfların ve güçsüzlerin dini olurken, bugün ise bazı İslami çalışmalar; iyi niyetli zayıf ve güçsüzlerin omzunda yükselmesine rağmen, birileri tarafından elit tabakanın dini olması için gayret ediliyor. 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.