Allah-u Teala’nın insanları uyarmak yada haberdar etmek için indirdiği kitaplarda insanların anlatılan olayları empati etmesi için, aşina oldukları dünya yaşamına ait olaylardan örnek verir. Bu örneklerin hedefi: insanların dünyadaki davranışlarına göre ahrette karşılaşacakları sonuçlar hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlamak. Böylelikle başlarına gelecekler hakkında haberim yoktu ya da bilmiyordum mazeretinin önünü kesmek.
Mesela: Vâkıa Sûresi’nde cehennem ehli olan kâfirlerin orada zakkum ağacından yiyerek karınlarını dolduracakları, üzerine de susamış develerin suya hücum ettiği gibi kaynar suya koşup ondan içecekleri, kâfirlere uygun ağırlanma/ikrâmın ancak bu olduğu anlatılmaktadır. Zakkumdan bahseden ilk âyetler nâzil olunca, başta Ebû Cehil olmak üzere, Kureyş müşrikleri, Dünya hayatındaki kurallarının ya da şartlarının ahret hayatı içinde geçerli olduğu zannı ile “Muhammed hem cehennemin taşı bile kavuracağını söylüyor hem de orada ağaç biteceğinden söz ediyor” diyerek, cehennem ateşinde herhangi bir ağacın yetişmeyeceğini, ateşin ağacı kavurup yok edeceğini, bunun Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bir kuruntusundan ibaret olduğunu söylediler.
Ayrıca Kureyşlîler taraftarlarına sizden zakkumun ne olduğunu bilen kimse var mı?” diye sormuş ve bunun üzerine İfrîkıye’den gelen bir adam onların lügatinde “hurma ve kaymak” anlamında olduğunu söylemiştir. Bunu duyan Ebû Cehil, Aynı mantıkla hareket ederek:“Ey cariye! O halde hurma ve kaymak getirin de zakkum yapalım” demiş; yapılıp yendikten sonra da hep beraber “Muhammed ahrette bizi bununla mı korkutuyor?” diyerek dalga geçmişlerdir.
Ahrette yaşanacak olayları dünyadaki yaşantı ile kıyas yanlışlığının bir diğer örneği ise, Müddesir suresinin 30-31 ayetlerinde geçen bilgidir. Bu ayetlerde Allah-u Teâlâ cehennemi tabiri caizse içinden çıkılması mümkün olmayan bir hapishaneye benzeterek şöyle buyuruyor: “Orada on dokuz görevli vardır.” “Biz cehennemin işlerine bakmakla yalnız melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkâr edenler için sadece bir imtihan vesilesi yaptık ki, böylelikle kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, inananların imanı artsın; kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler; kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkârcılar da, 'Allah bu misalle ne demek istemiş olabilir?' desinler. İşte Allah böylece dilediğini sapkınlıkta bırakır, dilediğine de doğru yolu gösterir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. İşte bu, insanlık için sadece bir öğüttür.”
Rivayete göre cehennem üzerinde on dokuz bekçinin olduğunu bildiren âyet-i kerîme inince Kureyş liderleri aynı şekilde ayeti dünya hayatı penceresinden bakarak yorumladılar ve bu sayı ile alay ettiler. Ebu Cehil: “- Ben Ebu Kebşe’nin oğlunun size cehennem bekçilerinin on dokuz olduğunu haber verdiğini duyuyorum. Sizler ise demir gibi pehlivanlarsınız. Her on kişiniz onlardan birinin hakkından gelemez mi?” dedi. İçlerinden pençesi pek kuvvetli ve yırtıcı bir adam olan Ebu’l-Eşed el-Cumahî aynı mantıkla: “- Ben sizin yerinize onlardan on yedisinin hakkından gelirim, siz de benim için ikisinin hakkından geliverin” dedi.
Oysa Allah-u Teâlâ kuranı kerimde zümer suresi 48. Ayetinde şöyle buyuruyor: O gün, dünyada işlemiş oldukları bütün kötülükler gözlerinin önüne konacak ve daha önce alay edip durdukları mahşer, hesap, azap gibi gerçekler onları çepeçevre kuşatır. Bir başka ayette ise: Onu göreceğiniz gün, dehşetten her emzikli anne emzirdiği yavrusunu unutup terk eder, her hâmile dişi de karnındakini düşürür. İnsanları sarhoş görürsün, hâlbuki onlar şarap içip sarhoş olmuş değillerdir, lâkin Allah’ın azabı pek şiddetlidir(hac/2) buyruluyor. Tüm bu uyarılara rağmen dün olduğu gibi bugünde insanoğlu kendisine Allah(cc) tarafından bahşedilen geçici özgürlüğün ve gücün sarhoşluğu ile kendini yaratanın tehditlerine kulak tıkayarak, meydan okumaya devam ediyor.