Her kültürün kendine göre gerek mitolojik,gerekse destansı birçok hikâyesi vardır. Bu tür hikâyeler genellikle kahramanlık ve ölümsüzlük arayışı üzerinedir. Müslüman-Türk kültüründe de bu türde birçok efsaneler ve hikâyeler vardır. Bu hikâye ve efsanelerin başında hemen hemen herkesin bildiği dede korkut destanları, yaratılış destanları, Oğuz destanları, Göktürk destanları gelir. Bunların yanında meşhur olmayan yüzlerce binlerce destanlar ve hikâyeler varlığını sürdürmektedir.
Bu hikâye ve destanlardan bazıları din ve diyanetle paralellik arz ederken, bazıları ise anlatanın ve dinleyenin aklını karıştırıp Allah ve din inancında şüpheler oluşturur. Bu minvalde olan hikâyelerden biriside, Lokman hekimin hikâyesidir. Bu hikâye inançlı veya inançsız olan birçok insan tarafından her ortamda asırlardır anlatıla gelmiştir. Lokman hekim hikâyesinin birçok versiyonu olmasına rağmen biz dinle alakası daha çok olan versiyonunu paylaşıp üzerinde fikir yürütmek istiyoruz.
Lokman Hekim, inanışa göre bütün hekimlerin piri, üstâdıdır. Her çiçeğin, her otun özelliklerini tanıyan Lokman, ilaç yapar, dertlere devâ bulurmuş. Bütün dünyayı dolaşmış. Çukurovaya gelince ovanın bereket ve güzelliğine hayran olarak Misise yerleşmiş. Çevredeki bütün hastaları iyileştirmiş. Artık hastalığın ne olduğunu unutan Çukurovalılar, ölümsüz hayatın peşine düşmüşler. Kendileri için ölümsüzlük ilacını yapmasını istemişler.
Lokman Hekim Çukurovayı adım adım dolaşmış, bütün bitkileri incelemiş. Bir gece dolaşmaktan yorgun düşmüş ve ulu bir çınarın altında uyuyakalmış. Bir ara bir ses duymuş: Ey Lokman, artık araman bitsin, ben ölümsüz hayatının devâsıyım. Bundan böyle insanlara ve hayvanlara ölüm yok.Lokman Hekim, sesin geldiği bitkiye doğru yürüyüp koparmış. Bu arada Tanrı, Cebraile: Yetiş Cebrail, Lokman ölümsüzlüğe çare bulursa bu insanların hâli ne olur? demiş.
Bunun üzerine Cebrail, pir-i fani kılığında Misis Havraniye tarafına gelmiş. Misis Köprüsünün üstünde Lokman Hekimle karşılaşmış. Cebrail: Selamün aleyküm. dedikten sonra. Lokmanın elindeki kitaba bakmak istemiş. Kitabı alıp coşkuyla akan Ceyhan Nehrine atmış. Kitabın ardından Lokman da suya atlamış; ama bulamamış. Yaz gelip sular çekilince, ırmak boyunda aramaya devam etmiş. Sonunda kitabın sadece bir yaprağını, arpa tarlasında bulmuş. Bugünkü tıp biliminin, o günkü yapraktan geliştiğine inanılır. Yörede hâlâ,efsanenin izlerine rastlanılmaktadır. Kitabın bulunduğu arpa tarlasının toprağı kutsal sayılır.
Yüzeysel olarak bakıldığında insanın ölümsüzlük arzusunu dile getiren bir olay olarak algılanan bu hikâye, kuran-ı kerimin süzgecinden geçirildiğinde ise, büyük problemlerin barındırdığına şahit oluyoruz. Hikâyenin Konusunun özünü oluşturan lokman hekimin ölümsüzlüğü bulması başta Ali İmran suresi 185. Ayeti ve birçok ayette de açıkça belirtilen Her canlı ölümü tadacaktır hükmüne ters olmanın yanında, hikâyede olsa, İnsanlara demek ki ölümsüzlüğün çaresi varmış imajı vermek, insanların zihinlerdeki saf Allah inancını sarsmaktan ve insanları Allah ile karşı karşıya getirmekten başka bir işe yaramaz.
Bu hikâyede kahraman olarak Lokman hekimin seçilmesi aslında çok ince bir strateji ve aklın ürünü olsa gerek. Allah kuranı keriminde bu dünyada ölümsüzlüğün ilacı yok derken siz kalkar kuranı kuranda anlatılan bir şahsın üzerinden uydurduğunuz bir hikâye yayınlarlarsanız zihinlerdeki Allah ve din inancı karışır. En başta bir insanı Allaha rağmen hareket eden bir yarı ilah varlık haline getirirsiniz ve insanların zihinlerinde acabaların oluşmasına sebep olursunuz. Daha Sonrada zihinlerde ve bilinçaltında Allahın doğruluğu ve gücü hakkında sorular ve istifamlar oluşturursunuz.
Bir dahaki yazımızda kısmet olursa zararsız gibi görünen bu hikâyeyi altı çizgili satırlar ekseninde meramımızı ilk önce yaratılan,sonrada yaratan ekseninde değerlendirmeye çalışalım.