Uzman Öğretmen Ömer Faruk Kına, Antalya iline ilişkin yaptıkları gözlemlerde dezavantajlı
durumlara şahit olduklarını ifade etti. Kına, “Özellikle çok kültürlü, sosyo-ekonomik
düzeyleri farklı olan, çok çeşitli ailelerin yaşadığı Antalya gibi bir bölgede çok büyük bir
handikap ile karşı karşıyayız” dedi.
**
12 Eylül 2023 tarihinde ders zilinin çalması ile başlayan 2022-2023 eğitim öğretim yılı, 16
Haziran 2023 tarihinde sona erdi. Öğrenciler, okulların kapanmasının ardından 28 Haziran
2023-1 Temmuz 2023 tarihleri arasında kutlanan Kurban Bayramı sonrası kesintisiz bir tatil
programına ‘merhaba’ dedi. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’in 2023-2024 eğitim ve öğretim
yılı takviminin tarihlerine göre okullar, 11 Eylül 2023 Pazartesi günü başlayacak. Ara dönem,
dinlenme sürecinin müjdecisi olurken, verimli geçirilmesi gereken bir dönemi de beraberinde
getirdi. Yaz tatilini içeren takvimlerin doğru bir biçimle, planlı bir şekilde, alınacak verimin
en üst düzeyde olması ebeveynler tarafından hedeflenirken, konuya ilişkin tavsiyelerine
başvurduğumuz Uzman Öğretmen Ömer Faruk Kına, önemli maddeleri gündeme getirdi.
Uzun soluklu eğitim maratonunu bir değerlendirmeden geçiren Kına, mental yorgunluğun
giderilmesinin önemine, yaz okullarının içeriğine, çocuklarını yarıştıran ebeveynlere,
kozmopolit yapıdaki Antalya’nın belirli bölgelerinde gözlemlenen eksikliklere, ‘eğitimde
fırsat eşitliği’ ilkesine ışık tuttu.
“BİLİŞSEL BASKILAR EN AZA İNDİRGENMELİ”
İlk etapta eğitim maratonunu değerlendirmenin; çocukları tanımak, eğitimciler ve aile için çok
kıymetli olduğunu söyleyen Kına, “Çünkü çocuğunu tanıyan aileler de yazın çocuğunu nereye
yönlendireceğini, nasıl yönlendireceğini bu konuda çok iyi bilebiliyor. Bu konuda elbette ki
dönem sonu değerlendirmelerde öğretmenlerden de fikir alabilirler. Ancak en kıymetli olan
bireyin uzun dönem sonunda nasıl dinlenebileceği. İlk olarak aklımıza gelen sportif
faaliyetler, bedensel faaliyetler, fiziksel faaliyetler olarak geçiyor. Buradaki en temel gaye, en
nihai amaç bireyin mental yorgunluğunu dönem boyunca üzerindeki o zihinsel, bilişsel
baskıları en aza indirgeyip yeni döneme hazır bir şekilde girmesi. Çünkü bireyler her ne kadar
ruhsal olarak bir doyuma ulaştığında ruhsal olarak kendini iyi hissettiğinde zaten yeni bir
duruma başlayabilir. Bu çok kıymetli. Yaz tatili bizim için bu yüzden kıymetli.
Çocuklarımızın sağlıklı dinlenebilmesi, kaliteli dinlenebilmesi, yeni döneme hazır girmesi
için de çok ama çok önemli” dedi.
“MENTAL YORGUNLUĞU BASTIRMAYIN”
Yaz okullarının içeriğinin önemini her zaman koruduğunu ifade eden Kına, “Birçok yaz
okulunun içeriğinde minimum mental yorgunluğunu bastıracak birçok alan var. Aileler buna
çok ama çok dikkat etmeli. Genellikle sportif faaliyetler, drama gibi faaliyetler de çok önemli.
Bu gibi faaliyetlerin yanı sıra yaşadığı yerin kültürüne göre; deniz kenarı, dağ manzarası ya da
tarihi yerlerin bulunduğu, doğa ile iç içe olabileceği, kültürel geziler yapabileceği, bireyin
tamamen rahat bir şekilde hareket edebileceği tatil ortamının sağlanması gerekiyor. Burada
ekonomik koşullar da devreye giriyor. Elbette ki her ailenin sosyo-ekonomik koşullarına göre
de tercihler değişebiliyor. Şimdilik ailelere verebileceğimiz en kıymetli tavsiyeler bunlar.
Çocuğunu çok iyi tanıtan aile, çocuğunun da çok iyi dinlenmesi için onu yönlendirebilir.
Nihai olarak mental yorgunluğunu bastıramayacak, onu rahatlatabilecek fiziksel faaliyetlere
ağırlık verilmesi, sportif faaliyetlere yönlendirilmesi gerekmektedir” diye konuştu.
“YAZ OKULU POGRAMLARINDA DENGEYİ YAKALAYIN”
Yaz okulu programlarında ağırlıklı olarak salt sportif faaliyetlere ağırlık verilmesinin yanlış
bir tutum olduğuna dikkat çeken Kına, ‘denge’ kavramının önemine değindi. Kına, “Bilişsel
ve zihinsel dengeyi kurabilmemiz adına da çok kurs var. Örneğin çocuğun zevk aldığı satranç,
aslında çok zevkli bir oyundur ama aynı zamanda bireyi hem bilişsel hem zihinsel olarak
kendisini diri tutar. Satrancın dışında daha farklı alternatifler sunmak adına akıl oyunlarını
örnek verebiliriz. Birçok çocuk dergisinde yer alan ve çocukların oynayabileceği zekâ
oyunları bu gruba dahil edilebilir. Kısacası bilişsel ve zihinsel diriliği aktif tutabilecek
etkinlikler yapabilirler. Mental yorgunluğu baskılayacak etkinliklerin yapılmaması gerekiyor.
Şunu da unutmamak gerekiyor; bilişsel dirilik de zihinsel dirilik de çok ama çok kıymetli”
ifadelerine yer verdi.
“DEZAVANTAJLI DURUMLAR GÖZLEMLİYORUZ”
Farklı sosyo-kültürel, ekonomik koşullar nedeniyle çocuklar arasındaki rekabet duygusunun,
bazı ailelerinin ‘açığı kapatma endişesi’ ile körüklendiğine dikkat çeken Kına, “Sadece
çocuğunu en iyi şekilde tanıyan aile, çocuğunu bu şekilde yönlendirebilir. Böyle bir tutum
içerisine giriliyorsa, aile çocuğunu çok iyi tanımıyor demektir. Bizler bu tip aileleri,
‘çocuğunu iyi tanımayan aile’ olarak tanımlayabiliriz. Ailenin çocuğu kesinlikle çok iyi
tanıması gerekiyor. İlk önce, ‘Çocuğun gerçekten isteği nedir?’, ‘Çocuğun motivasyonu hangi
yöndedir?’ sorularına yanıt verilmeli. Çünkü bu aşamada verilecek cevaplar, çok ama çok
kıymetli ve önemli. Yetenek, sonradan öğrenilebilen bir şey değildir. Yetenek, keşfedilebilen
bir şeydir. Biz çocuklara bir şey öğretme yükümlülüğünde değiliz. Onları keşfetme
yükümlülüğündeyiz. ‘Ailelerin de çocukları öğretmeye dayatması değil, onları keşfetmeye
yönelik etkinliklere yönlendirmesi lazım’ şeklinde durumu ifade etmemiz de çok kıymetli
olacaktır. Aksi olması halinde hep bir baskı ortamı oluşacak. Çocuk bu baskıyı hissettiğinde,
yapmak istediği herhangi bir etkinliği bile yapamıyor. Sokakta çok iyi top oynayan bir çocuğu
bir futbol kursuna yolladığınızda o sorumlunun dediğinden çıkmıyor. Çocuk artık o sokaktaki
gibi özgür değil. Çocuk neden özgür değil? Çünkü bulunduğu noktaya aile baskısı ile geliyor.
Bu kez çocuk istediği bir etkinlikten uzaklaşmış oluyor. O yüzden tekrar etmekte yarar var;
ailelerin çocuklarımızı çok ama çok iyi tanıması lazım. Bu konuda da bireyi tanıma teknikleri
var. Rehberlik Servisleri, bu konuda destek çıkabilir. Dezavantajlı durumlar da
gözlemliyoruz. Özellikle çok kültürlü, sosyo-ekonomik düzeyleri farklı olan, çok çeşitli
ailelerin yaşadığı Antalya gibi bir bölgede çok büyük bir handikap ile karşı karşıyayız”
ifadelerini kaydetti.
“EĞİTİM DÜNYASI KENDİ İÇİNDE BÖLÜNDÜ”
Kültürel düzeydeki farklılıkları kapatmak için yapılan girişimlerin, doğru yerine yanlışa
yönlendirmelere gebe olduğunun altını çizen Kına, şöyle devam etti; “Aile için çok olumsuz
bir durum. O yüzden ailelerin bilinçli bir şekilde çocuklarını rahat bir şekilde yönlendirmesi
gerekmektedir. Farklı iller listeye dahil olduğu zaman, kültürel faktörlerin yanı sıra etnik
çeşitlilik unsuru da devreye giriyor. Çok dillilik de bu noktada kendisini göstermeye başladı.
İngilizce, Rusça, Almanca, İtalyanca, Çince, Japonca vb. dillerin önemi arttı. Kapı komşusunu
bile tanımayan bir çocuk, başka kıtada yer alan bir çocuk ile aynı sırada oturabiliyor. Bu
çocuk önemli bir konu ve detaylı bir şekilde ele alınması gereken bir konu. Bu konuda ciddi
derecede hamle yapılması gerekiyor. Buna tabii ki alan uzmanlarından ziyade, ulusal düzeyde
yetkililerin adım adım atması gerekiyor. Proje üretilebilir, belediyeler farklı yetkiler alabilir,
Milli Eğitim Bakanlığı ile çok farklı çalışmalar yapılabilir. Açık konuşmak gerekirse, eğitim
dünyası da kendi içinde o kadar çok bölündü ki. Biz yaptık, biz toparlıyoruz.”
“TEORİDE MÜKEMMELİZ, PRATİKTE İYİ BİLE DEĞİLİZ”
Açıklamalarını Milli Eğitim’in temel ilkeleri doğrultusunda devam eden Kına, “Milli Eğitimin
temel ilkeleri vardır. Buna ‘eğitimde fırsat eşitliği’ denir. Aslında teoride mükemmeliz, ancak
teoriyi uygulamaya geçirmede maalesef tam tersiyiz. Tam bir değerlendirme yapacak olursak,
‘iyiyiz’ bile diyemiyorum. Talim Terbiye Kurulu’nun, Milli Eğitim Bakanlığı Temel
İlkeleri’ne girdiğinizde, müthiş ilkeler vardır. Bunlar ilkeler arasında; genellik ve eşitlik,
ferdin ve toplumun ihtiyaçları, yöneltme, eğitim hakkı, fırsat ve imkan eşitliği, süreklilik,
Atatürk İnkılap ve İlkeleri ve Atatürk Milliyetçiliği, demokrasi eğitimi, laiklik, bilimsellik,
planlılık, karma eğitim, eğitim kampüsleri ve okul ile ailenin işbirliği, her yerde eğitim yer
alır. En önemlisi ‘Fırsat Eşitliği’ dediğimiz ilkedir. Maalesef bu eşitliğin günümüzde tam tersi
olduğunu görebiliriz. Çünkü, artık özellikle eskiden orta düzey bir aile çocuğunu özel okula
gönderebilirken, günümüzde orta düzey aileler devlet okulunu çok zor kaldırıyor” dedi.
“DOĞRU BİLGİ AYRI GERÇEK BİLGİ APAYRIDIR”
Bilgi deposu kaynakların artık sıkıntılı bir süreçten geçtiğini dile getiren Kına, “Günümüzde
internet var ama internette dahi doğru bilgi satılmaya başladı. Gerçek bilgi çok daha pahalı
olmaya başladı. Dikkat ettiyseniz burada doğru bilgi ve gerçek bilgi ayırımına gittim. Bilgiye
o kadar kolay ulaşabiliyoruz ki, gerçeği kısmi doğrular ile saklıyorlar. Bunu da ifade etmekte
yarar var. Çünkü bu da çok kıymetli bir bilgi kıymetli bir durum. Artık çok daha farklı bir
çağdayız. Çok modern bir çağdayız. Bilgiye çok rahat ulaşabiliyoruz. Aynı bilgiye çok daha
çabuk ulaştığımız için, yanlış olma ihtimali de o oranda artıyor. Çünkü çok sayıda ilgi var”
diye konuştu.
“GEZİN, GÖRÜN, DENEYİMLEYİN VE OKUYUN”
Rehber öğretmenlerin yaz dönemi tavsiyeleri arasında sıklıkla yer alan ‘kitap okuyun’
tavsiyesini de gündeminde alan Kına, “Bir rehber öğretmenin kitap okuyun şeklinde tavsiye
vermesi kişisel olarak değerlendirilecek olursa, çok yanlış. Herhangi bir antik bölge ile ilgili
bir araştırma yapmak istediğiniz zaman karşınızda bir ansiklopedi çıkıyor. Hatta 800 sayfalık
bir kitap çıkıyor. Düşünün bir şey öğrenmek için, oraya gidiyorsunuz. Oraya gittiğiniz zaman
yanınızda rehberler var. Rehber olması, yazıların bulunması orada nelerin bulunduğunu o
kadar güzel anlatıyor ki, sosyal olarak gelişiyor aynı zamanda, çok net bir şekilde fiziksel ve
bedensel bir faaliyet gösteriyor. Hem seyahat etmiş oluyor o kadar çok uçuk bir para
vermesine gerek yok. Üst düzey bir seyahate de gerek yok. Bol bol kitap okunmasının tavsiye
edilmesinden ziyade, anlamlı gezilerin yapılabilmesi gerekiyor. Açık konuşmak gerekirse,
ülkenin her yerinde durum bu şekilde. İzmir’de dolaşan biri ile Çanakkale’de dolaşan birisinin
Truva Atı’nı okumasını tavsiye etseniz, okumaz. Eğer Truva Atı’nı gezerse, okumaya bu kez
merak duygusu ile yaklaşır” ifadelerine yer verdi.
“SİZ ÇOCUĞUN HANGİ DUYGUSUNA HİTAP EDİYORSUNUZ?”
Esasen çocuklara merak duygusunun aşılanmasının gerektiğini kaydeden Kına, şöyle konuştu;
“Bizim aslında çocuklarımıza bir duyguyu aşılamamız gerekiyor. Ben bunu her zaman
söylüyorum. Bu sıklıkla duyulan, ‘kitap okuyun’ tavsiyesi değil. Eğer bir çocukta merak
duygusu yoksa, gizem duygusu, hayret duygusu yoksa istediğiniz kadar biz o çocuklara öneri
verelim, istediğiniz kadar biz o çocuklara tavsiye verelim bir kulaktan girer diğer kulaktan
çıkar. Bizim öncelikle çocuklarımızın kulağına değil önce gönlüne sonra gözlerine sonra
zihnine hitap etmemiz gerekiyor. Bireylerimizi bu şekilde fethetmemiz gerekiyor. Onlar daha
çocuklar. Somut işlemlerden ardından soyut işlemlerden geçiyorlar. ‘Bol bol kitap okuyun’
deniliyor. Peki sonra? Böyle bir şey yok. Siz çocuğun hangi duygusuna hitap ediyorsunuz?
Kulaklara değil, gönüllere hitap etmek gerekir. Gönüllere, gözlere ve gerçekten zihinlere hitap
edilmesi gerekir. Çünkü çağ ilerledikçe onlar, elindeki elektronik araçlar aracılığı ile sanal
dünyada gezebiliyorlar. Artık gerçekten bilim uzmanlarının, rehberlik uzmanlarının
tavsiyelerini çağa göre güncellemeleri gerekiyor. Yoksa bir çocuk isterse bir tane bilgisayar
ile sanal dünyada çok rahat bir şekilde kulaklığını takarak yaptığı turda, gezdiği yerde de
dinleyebilir. Biz sadece gerçekten bazı şeyler de bilgi eksikliği yaşıyoruz. Bilgi eksikliği bizi
dar bir alana sürüklüyor. Çocuklarımızı o anlamda dar bir alana sürüklememek lazım. Elinde
elektronik araç olan çocuk bilgisayara oturduğunda bir çocuk için en önemli aktivite, oyun
oynamaktır. Onun dışında daha farklı, teknolojik uygulamaları çocuklarımıza öğretmemiz
gerekiyor. Dünyada birçok kütüphane aktif ve açık. Birçok müze sanal olarak açık durumda.
Sosyo-ekonomik durumun dengesine göre konuşuyorum burada. Sanki oraya gitmiş gibi
bulunduğu ortamı dinleyebilir. Elbette fiziki ortamda bulunmanın verdiği hazzı almaz ama
mutlaka bir tat verir.”
“EN KIYMETLİ DUYGU; MERAK DUYGUSU”
Çocukların gönüllerinde tat bırakacak tavsiyelerin verilmesi gerektiğini yineleyen Kına,
“Çocukların gözlerine ve gönüllerine hitap edecek etkinlikler yapmamız gerekiyor. Bunlar
çok ama çok kıymetli şeyler. Tavsiyelerimizi belirli aralıklarla mutlaka güncellememiz
gerekiyor. En kıymetli olay bu, çünkü merak uyandırır. Çünkü onda uyandırılan merak,
çocuğu istemsizce bir kütüphaneye götürür. İstemsizce bir araştırmaya götürür. Neden?
Çünkü onlarda artık bir merak duygusu uyandı. O yüzden çocuklarımıza aşılamamız gereken
en kıymetli duygu; merak duygusu” dedi.
Kına, hitap ettiği tüm öğrencilerin; her daim yeniyi, yakını ve geleceği takip etmeleri
gerektiğini sözlerine ekledi.