Mutad olduğu üzere ayda bir olarak sizlerle paylaştığımız ustalardan seçmelerde bu hafta, Prof dr Fikret KARAMAN ve Leyla YILDIRIM ortak çalışması olan, mesned ilahiyat araştırmaları dergisinin 2020 yılının11. Cilt ve 2 sayfasında yayınlanan Bidat ve Hurafelerin Ortaya Çıkış Sebepleri adlı makalesine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Geçen yazıda Müslümanlığa ilahi olan dinlerden geçen bidat ve hurafelerin neler olduğunu alıntılamıştık bu hafta ise
İlahi Olmayan Dinlerden Gelen Bidat ve Hurafeleri paylaşacağız.
İslâmiyet, Asr-ı Saâdet döneminde Arabistan yarımadasının dışına çıkmamıştır. Ancak hicri birinci asrın sonlarına doğru Suriye, İran, Irak ve Mısır gibi büyük ülkeler fethedilmiştir. Araplar sade bir hayata ve pek karmaşık olmayan dinî anlayışa sahip olmalarına rağmen İslâm topraklarına katılan yeni ülkeler eski din, kültür ve medeniyetlerin, birçok inanç ve düşüncenin beşiği konumunda idi. İslâm coğrafyasına giren bu yeni toplumların kökleşmiş fikirlerini, eski inançlarını, atalarından kalan adet, gelenek ve göreneklerini temelden atmaları mümkün olmamıştır. Çünkü kendisine uzun süre inanılan bir husus zahiren terk edilse bile onun zihinlerde bırakmış olduğu iz kolayca silinemezdi. Şayet bu inanç toplum içinde yerleşmişse onun ortadan kalkması daha da zordur.
Nitekim İslâm tarihi boyunca böyle olmuştur. İslâmiyeti kabul eden çeşitli din mensupları eski dinlerine ait bazı telâkkileri bırakmamış, Müslüman olunca da devam ettirmiş ve diğer Müslümanlara da aktarmışlardır. Dinin kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan bu anlayışlar zamanla diğer Müslümanlar tarafından da benimsenmiş ve böylece asırlar boyu İslâmî bir inançmış gibi yaşatılmıştır.
Bununla beraber erken dönemlerden itibaren Orta Asya Türk dünyasının bazı bölgelerine sokulmuş olan Zerdüştlük ve Mazdeizmin İslamiyetten sonra Azerbaycan ve Anadoluda Şiilik şeklinde devam ettiği kabul edilmektedir. Yine araştırmalar Türklerin İslamiyeti doğrudan Araplardan değil de daha ziyade Acemlerden aldıklarını haber vermektedir. Çünkü bu dönemde İranlılar İslamiyete dört yüzyıl kadar önce intisap etmiş ve bu zaman zarfında Ehl-i sünnet akidesi yanında Şii ve Bâtıni anlayışlara da sahip olmuşlardır. Hatta Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinde ve göçlerinde Sünni din adamları kadar Şii din adamlarının da etkisinin olduğu, davranışlarında Sünnilik kadar Şiilik izlerinin görüldüğü bildirilmektedir. Daha sonra bunlara Hint ve Yunan felsefesi de eklenmiştir
Türklere gelince bunlar da ilk dönemlerde Şamanizm'den İslamiyete geçişi yüzyıllar öncesine dayanmakla birlikte günümüzde Şamanizmden kalan birçok adet ve geleneğin hala yaşatıldığı görünmektedir. Örneğin, bir kimse yola çıkmadan ardından su döküldüğünde, su gibi akıcı şekilde gidip geleceğine inanılır. Kurşun dökme geleneğiyle, hayatımızdaki olumsuz şeylerin, nazarın ve ağrının çıkıp gideceğine inanılır. Bazı kaynaklarda, Şamanizmden gelen bu hurafeler Kut dökme ya da Kut kuyma olarak da tanınmıştır. Fal baktırma olayı da Şamanizm inancında var olan ve kolayca bırakılamayan bir alışkanlık halini almıştır.
Şamanizmde insanlarla ruhlar arasında aracılık yapan, ayin ve törenleri yöneten, kam adını verdikleri kişiler vardı. Türkler Müslüman olduktan sonra kamlar yeni hayat şartlarına ve dine uymak için muska(bitig)lar kullanmışlar, eski şaman dualarına peygamberlerin, meleklerin, evliya ve şeyhlerin adlarını eklemişlerdir.
Dinler tarihi araştırmacıları hurafe ve batıl inanışların hemen hepsinin temelinde ecdada bağlılık, ateş, su, orman ve ağacı kutsal kabul etmenin derin izlerinin bulunduğunu bildirmektedirler. Bazı yaratıklarda üstün güç ve nitelikler görerek, onların yakınlığını elde etmek için onlara belli zamanlarda kurbanlar sunmak gibi yanlış inançlar, insanlığın, tarih içinde sıkça görülen yanılgısı olmuştur. Kendilerini bu yanlış ve yanılgıdan kurtarmaya çalışan peygamberle-ri ve inananları uğursuzluk sebebi olarak suçlayan milletler bile görülmüştür.
Şamanistlerin inançlarına göre, ateş her şeyi temizler ve kötü ruhları kovardı. Şamanlar törenlerinde de ateşi öven ilahiler söylerler, Göktürkler de ateşin kutsallığına inanırlar, ocağa saygı ve tazim gösterirlerdi. Anadoluda da oca-ğın tütmesi mutluluk alameti olarak bilinmektedir. Müslüman Kırgız ve Kazak-ların düğün törenlerinde de ateş ve ocak, Şamanistlerde olduğu gibi önemli bir öğedir.34 Tedavi ile ilgili tütsü, kurşun dökme, dağlama vb. uygulamalarda ateş ile ilgili olup bu inanca dayanmaktadır.35 İnsanların öldükleri yerde ve mezarla-rında ateş ve mum yakmak bir çeşit kurban sayılırdı.36 Eski İran inançlarının belirtisi olarak yayılmış Hıdrellez günü, ateşler yakılıp etrafında halaylar çeki-lir. Ateşin üzerinden atlanır.37 Anadoluda yaygın olan parpı, alazlama, tütsü, dağlama, kurşun dökme, mum yakma, mezarlarda ateş yakma da bu inanca dayanmaktadır.
Su, Türkler için çok önemlidir. Günümüzde Türkler, bulun-dukları yerde bir sıkıntı ve zorluk yaşadıklarında kutsal saydıkları su mekânla-rına gitmektedirler. Kutsiyet atfedilen su ve pınarlar, şehit, veli gibi kişilerin türbesi ile yan yana bulunmaktadır.39 Kendisine su verene, su gibi aziz ol demekle, dün olduğu gibi bugün de suyu aziz saymaktadır.40 Bütün bunların, su ile ilgili eski Türk inanç ve pratiklerinin farklı biçimlerde, günümüzde de varlığını sürdürdüğünü göstermektedir.41 Günümüzde kutsal kabul edilen be-reketli ve uğurlu sayılan pınarlar, dileği kabul olsun diye bazı camilerdeki şa-dırvanlara ve havuzlara madeni para atma adeti de bu inançtan kaynaklanmak-tadır.
Ağacın kutsallaştırılması inancı, en eski kavim ve dinlerin hemen hep-sinde rastlanan bir durumdur. Eski Türklerde ağaç ve ormana saygı yaygın bir inanış idi. Bu sebeple bazı ağaçları takdis etmişler, özellikle kayın ağacını efsunlarında bulundurmuş-lardır. Kayın ağacı Altayların dualarında anılmıştır ve bu ağaç koruyucu olarak kabul edilmiştir. Çocuğu olmayan kadınlar da ağaçların dibine giderek dua etmişlerdir.43Eski Türklere bu inançlar muhtemelen İran, Hindistan ve Mezopotamya yöresinden aktarılmıştır.45 Bugün de her yıl çam ağaçlarının dükkânların ve evlerin köşelerini süslemesi, bazı ağaçların kutsal kabul edilerek bez bağlamak suretiyle dilek tutulması ağaç inancının izlerinin yansımasıdır. Bugün halkın arasında eski Babil ve Mısır müşrikleri ile eski Türk Budist ve Şamanistlerin kullandıkları put, afsun ve tılsımlarından hiç farkı olmayan tılsım ve afsun öğreten pek çok kitap ve risaleler bulunmaktadır. Bu risalelerde düşmanı öldürmek, mal ve mülkünü imha etmek, birinin kalbini kazanmak, servetini ele geçirmek ve cinleri kendi hizmetinde kullanmak gibi işler için af-sun ve tılsımlar öğretilmektedir. Bilgisiz müminleri kandırmak için de içine Kuran-ı Kerimden ayetler, Esma-i Hüsna ve mübarek dualar karıştırmışlardır. Bu kitaplar arasından Şemsül-Maarif-il-Kübra ve Kenzül-Havası örnek olarak göstermek mümkündür.48