BİR TEK SÖZ UĞRUNA

  • imsa

Annesine nispetle İbn Hamâme diye de anılan Bilâl(ra), Ümeyye b. Halef’in kölesi idi. Bilâl İslâmiyet’i Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla kabul eder. Mekke’de müslüman olduğunu açıkça söyleyen ilk yedi kişiden biri olduğu için Ümeyye b. Halef öğle vakitlerinde onu kızgın güneş altında sırt üstü yatırır, büyük bir kaya parçasını göğsü üzerine koydurur, sonra da İslâmiyet’ten vazgeçerek Lât ve Uzzâ’ya tapmaya zorlardı. 
Bir tarafta koskoca putperest Mekke otoritesini temsilen Ümeyye b. Halef, diğer tarafta islam’ın temsilcisi kimsesiz köle Habeşli Bilal. Her iki taraf da kanının son damlasına kadar inancına ait bir sözün üstünlük mücadelesini veriyor. Lakin güç dengesinin olmadığı bir inanç mücadelesi. Ümeyye b. Halefin tüm işkence ve eziyetlerine sebep olan lat ve menat yerine ehad ehad (tapılacak ilah birdir) diyerek çok ilahlı Mekke dinine meydan okuyordu. Bu meydan okuma öyle toplu tüfekli güce dayalı bir meydan okuma değildi. O toplumda hiçbir kıymeti olmayan bir kölenin dilinden dökülen bir sözün meydan okumasıydı. 
Bir köleye bile söz geçiremeyen Mekke devleti, İslam’ın yayılması ile iyice tedirgin olmaya başlar. Ebu talibin hastalığını bahane ederek bir nevi uzlaşma ya da orta yolu bulma amacı ile onu ziyarete giderler. Kureyşliler, “Ey Ebû Tâlip! Sen büyüğümüzsün! Ölüm döşeğine düştüğünü görünce, endişe duymaya başladık. Kardeşinin oğlu ile aramızda olup biteni biliyorsun. Onu çağır ve aramızda hakem ol. O bizden ayrılsın, biz de ondan ayrılalım. Artık bizimle uğraşmasın. Bizim dinimize karışmasın.” dediler.
Ebû Tâlip, hayatı boyunca gözünün nuru gibi koruduğu ve çok sevdiği yeğeni Sevgili Peygamberimize (asm) haber gönderdi. Peygamber Efendimiz (asm) geldi. Ebû Talip: “Yeğenim, bunlar seninle hesaplaşmaya gelmişler!” dedi. Allah Resulü (asm): “Ey amcacığım! Ben onları öyle bir kelimeye dâvet ediyorum ki, eğer dâvetime icabet etseler Araplar onlara boyun eğecekler; Arap olmayanlar onlara cizye verecekler!” buyurdu.
Kureyşlilerin içi bir an ferahladı. Yüzlerinde sevinç dalga dalga yayıldı. Heyecanla atıldılar: “Babanın aşkı için ondan fazlasına da geliriz! Nedir o kelime?” dediler.
Allah Resûlü (asm): “Lâ İlâhe illallah deyiniz” buyurdu.
Sözünü daha bitirmeden orada bulunanların hepsi elbiselerini dövmeye ve çırpmaya başladılar. Telâşla: “Ya Muhammed! Sen ilahlarımızı bir tek ilah yapmak istiyorsun? Şaşıyoruz sana!” demeye başladılar. Sonra da, birbirlerine: “Bu adam, sizi istemediğiniz şeye çağırıyor. Gidin, Allah sizinle onun arasında hükmünü verinceye kadar atalarınızın dininde direnin” dediler ve dağıldılar. (İbn-i Hişam)
Bir söz, bir toplum ve iki ayrı tepki. Hz Bilal ve arkadaşları bu sözü (Ehad: La ilahe illallah) söyleme ve hayatlarına hâkim kılma uğruna ölümü göze alırken, diğer taraftan birileri ise, aynı sözün hayata hâkim olmaması adına ölümü göze alıyorlardı. İnsanların bu sözü söylemek/söyletmemek ya da hayata hâkim kılmak/kılmamak için ölümü göze almalarının sebebini hiç düşündük mü? Bu insanlara neden’’ la ilahe illallah’’ demek/dememek ölümden daha çok sevimli/sevimsiz geliyordu?
Aynı sözü bizler günde onlarca, yüzlerce, hatta binlerce defa söylememize rağmen bırakın sözün mesajını hayata hâkim kılmamızı, söylediğimiz sözün manasını bilmediğimizden kendimize bile etki etmediğine şahit oluyoruz. Oysa hem Hz Bilal, hem de Mekke oligarşisi bu sözün ne anlam ifade ettiğini bilincindeydiler. Bizler ise, hem Bilal hem de Mekke oligarşisinin sahip olduğu bilinçten yoksun bir şekilde, tespihler elimizde, kaç bin tane ehad, Allah-u Ekber ya da la ilahe illallah bizi zahmetsiz cennete sokar hayalindeyiz.
 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.