Bugün sizlerle Adıyaman Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜVEN tarafından bilimname dergisinin 2014 yılının ikinci yarısında yayınlanan bir yazıyı paylaşacağız.
Kurân-ı Kerim, îcaz, icaz, belagat, bedi ve beyan yönü ile son derece güçlü; anlam ve muhteva bakımından çok derin mukaddes bir kitaptır. Böyle bir kitabın nazil olduğu ilk dönemlerde anlaşılabilmesi, değerinin takdir edilebilmesi için ilk muhataplarının akıl, idrak ve hikmet seviyelerinin yüksek olması gerekir. Aksi takdirde Kurân-ı Kerimin taşıdığı bu kıymet ve değer fazla bir anlam ifade etmeyecek ve Kurânın ilk muhatabı olan Araplar, Kurândan fazla bir şey anlamayacaklardı.
Arap toplumunun okuryazarlık oranının düşük olması, bedevi olmaları, devlet geleneklerinin olmaması gibi özelliklerinin yanında o dönemin cahiliye olarak nitelendirilmesi söz konusu olsa da, akıl, bilgi ve idrak seviyeleri açısından son derece yüksek bir topluluk olduklarını söyleyebiliriz. Zira Arap toplumu, Kurânın bu yüce mesajının önemini, değerini, eşsizliğini ve etkileyiciliğini gayet iyi anlamış ve buna göre lehte veya aleyhte vaziyet almışlar; bu vaziyet alışları da son derece akıllı, bilinçli ve sistematik olmuştur.
Hem Arap toplumunu hem de bütün insanlığı muhatap olan Kurânda doğrudan akıl kelimesinin işlevsel olarak kullanıldığı ayet sayısı 49, dolaylı olarak akıl ile ilgili kavramların kullanıldığı ayetlerin sayısı ise yüzlercedir. Arapların bu kavramları doğru anladıkları ve bunların içini kendi eski eğilimleri doğrultusunda doldurduklarını görmekteyiz. Yani Araplar, şiirin, belagatin, edebiyatın ve beyanın zirvede olduğu bir topluluk olarak, Kurândaki bu icazı yakalayabilmişler ve kendi hikemî şiirleri ile Kurânı kıyaslayarak arasındaki farkı görebilmişlerdir. Eğer Araplar, zihin, zekâ, anlayış ve idrak bakımından yetersiz olsalardı, Kurândaki bu güzelliği fark edemeyeceklerdi.
Kurân, Arap toplumunu her ne kadar cahiliye olarak tanımlasa da, bu onların zihinsel olarak cahil, gabi ve aptal oldukları anlamına gelmez. Câhiliye sözcüğü, genel olarak Arapların İslamdan önceki dinî ve sosyal hayat anlayışlarını, özel olarak da kişilerin ve toplumların günah ve isyanlarını ifade eden bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Kurân, bu anlamda câhiliye sözcüğünü, Arapların dini ve sosyal hayatlarındaki yanlışlıklarını, düzensizliklerini, kaba ve zorbalıklarını ifade etmek için kullanmıştır. Sosyal, kültürel ve siyasal anlamda câhiliye kültürünü yaşayan Arap toplumunun akıl, mantık ve zekâ düzeyleri ise, Kurânı anlayacak, gerektiğinde yorumlayabilecek kapasitede idi.
Kurâna karşı çıkanlar, şiirleriyle, getirdikleri aklî ve mantıkî delillerle Kurâna karşı koyamayınca bu defa silaha ve baskı yoluna başvurdular. Şayet Araplar, Kurân gibi bir kitabı anlayacak ve gerektiğinde yorumlayacak düzeyde olmasalardı, ortada ciddi bir çelişki olacak; Kurânın Arap dili ile nazil olmasının ve Peygamber Efendimizin de bir beşer olarak o kavmin içinden çıkmasının bir anlamı olmayacaktı. Zira onları kuşatan çöl ve kum deryası, bir yandan onları korumak için kale ve sığınak, bir yandan da onların özgürlüklerini ve edebî dehalarını / şiirlerini, hikemî zihinsel faaliyetlerini sergilemek için büyük bir arena niteliğindeydi.
Bu nedenle şiir, belagat, hikmet ve zihinsel bilinç bakımından Arap halkının akıl ve idrak düzeylerinin oldukça zirvede olduğunu söylemek mümkündür. Ancak insanın tek başına akıllı olması yeterli olmayıp; aynı zamanda bu akıl yeteneğinin nasıl doğru kullanacağını da iyi bilmesi gerekiyor. İşte Kurân, hidayet misyonunun yanında insanlığa, aklı nasıl doğru kullanacağını da öğretmektedir. Kurânın ilk muhatapları olan Arapların bu mesajı doğru anlayabilmeleri için onların idrak seviyelerinin yüksek ve bu mesajı anlayacak derinliğe sahip olmaları gerekirdi. Aksi takdirde bu mesaj, doğru anlaşılmayacak ve onlar için salt bir metin olmaktan öteye gitmeyecekti. Tarihi verilere baktığımız zaman Arapların, Kurânın mesajını doğru anladıklarını, günlük hayatlarında Kurânda kullanılan birçok sözcüğü doğru kullandıklarını ve şiirlerinde de buna yer verdiklerini görmekteyiz.(1.bölüm sonu)