Adıyaman Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜVEN tarafından bilimname dergisinin 2014 yılının ikinci yarısında yayınlanan yazıya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
İsim olarak akl sözcüğü, kişiyi yanlış ve tehlikeli şeylere karşı koruyan ve gerektiğinde onu tutan bir güç demektir. Bunun için Araplar, insanların sığınmak ve korunmak için yaptıkları kale, sûr ve hisara makal demişlerdir.
Alûsî ile Şehristânî Arap toplumunu, üç şekilde kategorize ederler:
Birincisi; Yaratıcıyı ve âhireti inkâr edenler. Onlara göre tabiat var eder, zaman yok eder. Kuran bu guruptan şu şekilde bahseder: Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helâk eder.
İkincisi; Yaratıcıyı ve yaratılışın başlangıcını kabul etmekle birlikte, âhireti inkâr edenler. Bu gruplar hakkında Kurân şu haberi verir: Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek? diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir. Şehristânî, bu âyetin böyle bir gurubun varlığına işaret ettiğini ve onların da bunu kabul ettiklerini söyler.
Üçüncüsü ise; Peygamberleri inkâr edip putlara tapanlar. Bunlar Yaratıcıyı ve yaratılışın başlangıcını kabul edip kısmî bir âhiret inancına sahip olanlardır. Yine bunlar peygamberleri inkâr edip putlara tapmaktadırlar ve zannetmektedirler ki, o putlar âhirette kendilerine Allah katında şefaatçi olacaklardır. Hanîf inancına sahip küçük bir topluluk hariç, Arapların çoğunluğu bu grubu oluşturmaktadır. Araplar, akıl, zekâ ve sanat inceliği bakımından ileri olmalarına rağmen; basit, yüzeysel ve somut düşünüyorlardı, hayatı kendi dünyaları ile sınırlı tutuyorlardı. Kurân, böyle bir topluluğa nazil olarak hem onların zihin ve bilinçaltlarındaki bu yeteneği ortaya çıkarmak hem de bununla Kurânın eşsiz bir kitap olduğunu dünyaya ilan etmek istedi.
Kurân-ı Kerimde Arapların Allah inancını ifade eden şöyle bir ayet-i kerime vardır:
Eğer müşriklere «Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı insanların yararına sunan kimdir?» diye sorarsan kesinlikle «Allah'tır» derler. Öyleyse nasıl oluyor da gerçekten uzaklaşıyorlar? der. Bir başka ayette ise Eğer müşriklere «Gökten yere su indirerek onun aracılığı ile ölmüş toprağı canlandıran kimdir?» diye sorarsan kesinlikle «Allah'dır» derler. De ki, «Hamd olsun Allah'a». Aslında onların çoğu düşünme yeteneğinden yoksun kimselerdir buyurmaktadır. Yani Kurân, Arapların aslında Allaha inandıklarını, Allahı bildiklerini; ancak bu gerçekten yüzlerini çevirdiklerini belirtmektedir.
Başka bir ayette ise, insanların gemiyle denizde yolculuk yaparken karşılaşabilecekleri bir tehlike anında Allahı hatırladıklarını; tehlike geçtikten sonra ise bazıları hariç çoğunluğun tekrar Allahı unutarak sapıklığa düştüklerini ifade etmektedir. Bu da gösteriyor ki inanmayanlar, hayatlarının tehlikede olduğunu sezdikleri zaman, geçici olarak Allaha inanıyorlar, kurtuldukları zaman, akıllarını kullanmayarak tekrar eski inançlarına dönüyorlar.
Kurân-ı Kerim, muhataplarını inanmaya çağırırken, inanmak istemeyenlerin bir kısmı, bir yandan Kurânı eskilerin masalları diye nitelerken diğer yandan kendi inanç sistemlerini de atalarının dini olarak tanımlamaları önemli bir çelişkidir. Ataların dinine tapınma inancı, daha önceki Peygamberlerin ümmetlerinde de karışımıza çıkmaktadır. Nitekim Salih, Şuayb, Musa Peygamber dönemlerindeki kavimler de kendilerine vahyedilen bu İlahi mesaja inanmamak için onları eskilerin masalları olarak nitelemişlerdi. Kendi inanç sistemlerini savunmak ve kendilerince aklî bir temele oturtmak için de, atalarının dini üzerine olduklarını söyleyerek inançlarına bir ciddiyet ve temel kazandırmaya çalışmışlardı.(2. Bölüm sonu)