Adıyaman Üniversitesi İslami İlim- ler Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜVEN tarafından bilimname dergi- sinin 2014 yılının ikinci yarısında ya- yınlanan yazıya sonuç Bölümü ile kaldığımız yerden devam ediyoruz. İlk nazil olan Kurân ayetlerine baktığımız zaman, Kurânın dilinin Arapça olmasına, Peygamberin kendi kavminden ve bir insan olarak gönde- rilmesine özel vurgu yapılmıştır. Ay- rıca Arapların dinî inanışlarına ve bilinçaltlarında gizledikleri niyetlere ve bilgilere gönderme yapılması ve inanmadıkları takdirde Kurânın bir benzerinin getirilmesinin ısrarla isten- mesi gibi hususlar, mesaj ile mesajın iletildiği kitlelerin psikolojisi arasın- daki ilişkinin ortaya konması açısın- dan büyük önem arz etmektedir. Kurânın mesajını ve hitap şeklini, Arap toplumu ile sınırlı tutmak doğru değildir. Zira Kurân, evrensel bir kitap- tır ve mesajı herkese ve her döneme- dir. Kurânın ilk muhataplarına karşı kullandığı dil ve üslûp ile Kurânla ilk tanışan Arapların Kurâna verdikleri tepkiye baktığımız zaman, Kurânın muhataplarının idrak seviyelerine uygun bir kitap olduğunu görmekte- yiz Kurân, inanmayan Arapların itiraz sadedinde getirdikleri delilleri ciddiye alıyor ve bunları aklî ve mantıkî veri- lerle çürütüyor. Bu da bize şunu gös- termektedir: O günün Mekke toplumunun aslında Kurâna itiraz ederken dikkate değer deliller ileri sürdüklerini ve Kurânın da bunlara makul ve mantıkî cevaplar vererek Kurânın mesajını kalıcı yaptığını gör- mekteyiz. As b. Vailin ahiretin varlı- ğına itirazına ve Kurânın verdiği cevaba baktığımız zaman benzeri ör- neklerin tarih boyunca tekrar ettiğini ve aynı noktalarda yoğunlaştığını; inananların da bunlara cevap verir- ken, Kurânın bu referanslarını aynen kullandıklarını görüyoruz. Sonuç olarak şunu ifade etmekte yarar vardır: Kurân, muhataplarının seviyelerine göre hitap etmekte ve onları eğiterek örnek bir topluluk ha- line getirmeyi hedeflemektedir. Arap- lar ise, putperest ve bedevi bir topluluk olmakla beraber; Kurân gibi bir metni anlayacak ve kendilerine göre de ona itiraz edecek bir seviyede idiler. Şayet Araplar, Kurânı anlayacak düzeyde olmasalardı, o zaman Kurân onlar için hiçbir anlam ifade etmeye- cekti. Zira bir metin veya bir hakikat, ne kadar büyük ve önemli olursa olsun; o metne muhatap olan kitlele- rin idrak ve anlama seviyelerine uygun olmazsa; o metnin kabul de görmesi de, ret edilmesi de, bir anlam ifade etmeyecekti. Çünkü bir metnin değeri, onu anlayanların ona verdik- leri değer ve onu reddedenlerin ise ona karşı geliştirdikleri itirazlar ile anlam kazanır. Muhatapları tarafın- dan anlaşılamayan ve bir anlam veri- lemeyen bir hakikat, ne kadar büyük olursa olsun, bir kıymeti olmaz. En önemlisi Kurân, insanları eğit- mek için gönderilmiştir. Bunun için muhataplarına akıllarını doğru kul- lanmalarını, düşünmelerini, tefekkür ve tedebbür etmelerini, heva ve he- veslerine göre karar vermemelerini sürekli vurgulayarak onları iyi insan olmaya çağırmıştır. Gayba ait konularda, mesela ruhu varlığı, kıyametin zamanı gibi konu- larda da meseleyi akla havale etme- yerek bu tür bilgilerin Allahın katında olduğunu belirterek aklın sı- nırını da çizmiştir. Kurân-ı Kerim, îcaz, icaz, belagat, bedi ve beyan yönü ile son derece güçlü; anlam ve muhteva bakımın- dan çok derin mukaddes bir kitaptır. Böyle bir kitabın nazil olduğu ilk dönemlerde anlaşılabilmesi, değerinin takdir edilebilmesi için ilk muhatap- larının akıl, idrak ve hikmet seviyele- rinin yüksek olması gerekir. Aksi takdirde Kurân-ı Kerimin taşıdığı bu kıymet ve değer fazla bir anlam ifade etmeyecek ve Kurânın ilk muhatabı olan Araplar, Kurândan fazla bir şey anlamayacaklardı. Nitekim bütün Peygamberlere verilen mucizelerin kendi dönemlerinin niteliklerine ve idrak seviyeleriyle uygunluk arzet- mektedir. Arap toplumunun okuryazarlık oranının düşük olması, bedevi olma- ları, devlet geleneklerinin olmaması gibi özelliklerin yanında o dönemin cahiliye olarak nitelendirilmesi söz konusu olsa da, akıl, bilgi ve idrak se- viyeleri açısından son derece yüksek bir topluluk olduklarını söyleyebiliriz. Zira Arap toplumu, Kurânın bu yüce mesajının önemini, değerini, eşsizli- ğini ve etkileyiciliğini gayet iyi anla- mış ve buna göre lehte veya aleyhte vaziyet almışlar; bu vaziyet alışları da son derece akıllı, bilinçli ve sistematik olmuştur.