İnsan ve kuranı kerim bütünlüğünü anlatan en iyi cümle ‘‘sen olmasan ben olmazdım’’ sözü olsa gerek. Çünkü kuranı kerim ve diğer ilahi kitaplar insan için indirilmiştir. Kitabın varlı insanın varlığına bağlıdır. İnsanın varlığı devam ettiği sürece Kuran-ı kerimin hükmü de devam edecektir. İnsanın bu dünyadaki ömrü bitince kuran-ı kerimin de bu dünyaya dönük hükmü de bitmiş olacak. Bundan dolayı Kuran-ı Kerim kıyamete kadar insanlara hitap eden bir kitap olacaktır.
Kuran-ı kerimin kıyamete kadar hükmünün baki kalmasının en büyük sebebi Nisa suresinin 1. Ayetinde şöyle anlatılıyor: Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan… Bu ayetten şunu anlıyoruz: aynı cevherden ve aynı özellikte yaratılan insanlar, şahıs bazında farklılıklar göstermek kaydıyla, olaylar karşısında duygu, düşünce ve tepki olarak bir dairenin içinde hareket edeceklerdir.
Diğer bir ifade ile davranış şekilleri değişse de insanoğlu kıyamete kadar aynı mantık içerisinde hareket edecektir. Öyle olmasa idi kuran-ı kerimde anlatılan hiçbir kıssa ya da insan davranışı bizim için örnek olmayacaktı. Kuranı kerimde örneği verilen bazı insanlar gibi eskilerin masalı diyip geçilecekti (68/15). Oysa ister inansın ister inanmasın dün olduğu gibi, bugün insanlar ilahi mesaja nasıl tepki veriyorsa yarında aynı tepkileri verecek. Yaratılıştan kodlanan duyguların ve tepkilerin dışına çıkamayacaktır.
Bu gerçeği en güzel örneğini bakara suresinde anlatılan Hz Musa ve İsrail oğulları kıssasının günümüz iz düşümünü görürüz. Bu kıssa bakara suresi 47- 61 arsında kısaca şöyle anlatılır: Allah-u Teâlâ İsrail oğullarını Firavunun zulmünden kurtarır. Bu arada birçok mucizeler ve de yardım görmelerine rağmen, Allaha kulluktan kaçınırlar. Allahın şehre girin emrine itaat etmezler, bunun neticesi olarak çölde yaşamak zorunda kalırlar. Buna rağmen Allah-u Teâlâ onlara merhamet eder. Çölde çalışmadan hazır olarak kudret helvası ve bıldırcın ikram eder. Onlar bu nimetlere şükredeceklerine şöyle derler: “Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin” demiştiniz. O da size, “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var” demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı(2/61).
Günümüz dünyasına baktığımız zaman aslında mantık ve düşünce olarak hiçbir şeyin değişmediğini görmekteyiz. Dün olduğu gibi, bugünde Allah-u Teâlâ insanlığa dünya hayatının geçici ve ahrete oranla değersiz olduğunu söylemesine rağmen, bırakın insanlığı, Müslüman olduğunu söyleyen bizler dahi inandığımızı söylediğimiz sonsuz hayatı bir soğan sarımsak mesabesinde olan dünya metalarına değişiyoruz. Ahrete inandığımızı söylememize rağmen varsa yoksa bu dünyayı nasıl cennet haline getirebilirim gayreti içindeyiz. Dünyada sonsuz kalacakmış gibi sabahtan akşama koşuşturup duruyoruz.
Çalışan koşuşturan birçok insan hayali genelde: Ahh bir emekli olsam da dinlensem, şunu yapsam, bunu yapsam. Gün geldi niceleri emekli oldular. Lakin çok azı hariç birçoğu hala çalışıyor. Kalan bir kısmı ise kahve köşelerinde ya da televizyon karşısında ömür tüketiyor. Mantık, düşünce, hareket ve sonuç hala aynı. Her iki davranışta da netice aynı kapıya çıkıyor. Dünün bazı insanları cenneti soğan sarımsak için değiştiler. Bugün bazı insanları ise cenneti, televizyon karşısında yada kahve köşelerinde oturmak için bir emekliliğe değişiyorlar gibi . Böyle bir alışverişe Allah-u Teâlâ Şöyle diyor: Ne kötü şey satın alıyorlar! (3/187)