İnsanların söylemlerinin ve isteklerinin arkasındaki, asıl düşüncesinin, beklentisinin neler olduğunu anlatan, Bakara Suresindeki Talut ile Calut kıssasın kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bir önceki yazımızda İnanç noktasının en zayıf halkasını oluşturan insanların söylem ve beklentilerindeki çelişkiyi anlatan 246. ayet üzerinde gücümüz nispetince yazmıştık. Bu yazıda ise 247. ayet özelinde, söylenen sözler üzerinden savaş emrinden veya yükümlülüğünden kurtulmak için verdikleri çabanın, söyledikleri sözlerin asıl maksat ve düşüncesini anlatmaya çalışacağız.
Savaş artık kaçınılmaz olmuştu. Peygamberinden olmayacağını umdukları bir istekte bulunan bu insanlar, isteğin kabul edilmesiyle ters köşeye yatınca, emri yerine getirmemek için, tabiri caizse çamura yatmak için sebepler aramaya başladılar. Sıra komutanın kim olacağına gelmişti. Toplumun ekâbir takımı komutan olarak hiç değilse içlerinden birinin seçilmesini istiyor ve bekliyorlardı. Lakin Peygamberleri onlara: Allah size hükümdar olarak Tâlûtu tâyin etti dediğinde, onlar kendilerinden başka birinin komutan olması karşısında O bize nasıl hükümdar olabilir ki? Biz hükümdarlığa ondan daha layığız; kaldı ki kendisine verilmiş öyle fazla bir serveti de yok diyerek itiraz ettiler.
Allahın emrini ileten Peygamberlerine verdikleri cevap şekil ve mantık olarak bize iblisin Âdem babamıza secde emrinde takındığı davranışı anımsatıyor. Hepimizin bildiği gibi iblis Allah-u Teâlânın yaptığı tercihi beğenmemiş ve Allahın(hâşâ) yanlış yaptığını söylemişti. Burada da Tâlûtun komutan tayin edilmesi olayında da İsrail oğullarından bazılarının aynı mantıkla hareket ederek itaat etmek yerine itiraz ettiklerini görürüz.
Şöyle ki peygamberleri onlara Allah size hükümdar olarak Tâlûtu tâyin etti dediği halde, Onlar iseO bize nasıl hükümdar olabilir ki? dediler. Ayetin bu bölümüne baktığımızda İnandıklarını söyledikleri Allah onlara bir emir veriyor. İsrail oğullarına (o günkü Müslümanlara) düşen görev inandık itaat ettik olması gerekirken, onlar iblis mantığıyla hareket ederek emri sorguluyorlar. İbliste emre itaat etmek yerine kendi düşüncesini ve tezini öne sürerek Allahın yanlış tercih yaptığını söylemişti. İblis daha sonra söylediklerini haklı çıkarmak adına Allah-u Teâlâya onu topraktan beni ise ateşten yarattın diyerek Allahın tercihinde hata olduğunu söylediyse, İsrail oğulları da aynı şekilde O bize nasıl hükümdar olabilir ki? diyerek şaşkınlıklarını-itirazlarını belirttikten sonra doğru tercihin ne olması gerektiğini Biz hükümdarlığa ondan daha layığız diyerek Allaha yol gösterdiler. Haklılıklarını ispat etmek içinde yine iblisin taktiğini taklit ederek ki kendisine verilmiş öyle fazla bir serveti de yok diyerek kendilerince geçerli donelerini sundular.
Aynı şeytani mantığın ve düşüncenin günümüzde de devam ettiğine şahit oluyoruz. Günümüz Müslümanlarından bazılarının inandıklarını ve sevdiklerini söyledikleri Allah-u Teâlânın istekleri ve yasakları karşısında kimi zaman itiraz mantığıyla: bu devirde bunlar olur mu? diyerek hareket ederken, Kimi zamanda daha da ileri giderek aynı iblis ve İsrail oğullarında olduğu gibi, Sezarın hakkı Sezara ideolojisi ile, 21 yüzyıldayız Allah biliyorsa bizde biliyoruz derler. Daha sonra da, hızlarını alamayıp Allaha akıl vermeye başlarlar. Şu şöyle olsa, bu böyle olsaydı daha iyi olurdu derler.
Müslüman olduklarını gözümüzün içine sokan bu insanlar; iblisin yolunu takip etmelerine rağmen iblis kadar dürüst ol(a)mazlar. İblisEy Rabbim! Öyle ise bana insanların diriltilecekleri güne kadar mühlet ver diyerek küfrünü açıklamasına rağmen, bunlar yaratılmış olduklarını ve bir gün ölüp hesaba çekileceklerini umursamayarak, hiç utanmadan sıkılmadan kendilerinde olmayıp da ebeveyn, dede ve ninelerinde olan hasletlerin (namaz-örtü-hac) arkasına sığınarak, küfürlerini-isyanlarını süslü sözlerle perdelemeye çalışırlar.