c. Tasdik veya Tekzib Edilemeyen İsrâîliyyât (Meskûtün’ anh)
Bu tür İsrâîliyyât, İslâmi eserlerde –özellikle tefsirde- geniş yer tutmuştur. Hemen
şunu da belirtelim ki, tasdik ve tekzîb edilemeyen bu tür İsrâîliyyâta da asla müslümanların
ihtiyacı yoktur. Hemen hemen baştan sona kadar, hepsi luzümsuz söz kalabalığından, hayal
mahsülü efsanelerden ibarettir. Bunun çok kötü bir neticesi olarak, İslâmi olan pek çok şey,
özellikle İslâm’ın ikinci kaynağını teşkil eden Hadisler bir tarafa atılmış ve kitapları
doldurmuş olan bu hurâfeler İslâm namına asırlardan beri yazılmış, okunmuş, okutulmuş ve
kürsülerden hakikatmiş gibi müslümanlara anlatılmış; cemaatler bunlarla ağlatılmış ve
coşturulmuştur.
Bunun neticesinde asıl anlatılması gereken Yüce Allah’ın Kitabı ve
elçisinin sünneti yerine bu türden haberler revaç bulmuştur. Buna bir iki misal verelim:
Birinci misal:“Bir zaman Musa kavmine: Allah sizden bir inek boğazlamanızı
emrediyor, demişti” âyetinin tefsiri ile ilgili olarak tefsir kitaplarında şöyle bir habere yer
verilir: İsrâiloğulları arasında son derece zengin bir adam vardı. Bu adamın sadece bir kızı ve
bir de yeğeni vardı. Yeğeni amcasının kızını istedi. Amcası ise yeğeninin fakirliğinden dolayı
kızını vermedi. Yeğeni buna kızdı ve: “Vallahi amcamı öldürüp kızıyla evleneceğim. Malını
ve diyetini de alıp yiyeceğim” dedi. Genç, amcasına vardı ve o esnada civarda bulunan bir
ticaret kervanına kadar gitmesi hususunda onu ikna etti. İkisi bir gece vakti yola koyuldular.
Genç, yolda amcasını öldürüp evine geri döndü. Sabah olunca, amcasının nerde olduğunu
bilmiyormuş ve onu arıyormuş gibi bir tavır takındı. Ticaret erbabı olanlara varıp:
“Amcamı siz öldürdünüz, diyetini verin” dedi ve ağlamaya başladı…
Hz. Musa onları diyet vermeye mecbur etti. Fakat olay çok enteresan olduğu için, Hz.
Musa’ nın gerçek suçluyu tesbiti hususunda Allah’a yalvarmasını istediler. Bu olay Kur’an’ın şu âyetinde dile getiriliyor: “Hani siz bir kimse öldürmüştünüz de, onun (katili)
hakkında birbirinizle atışmıştınız” buyurulur.
İkinci misal:
Hz. İbrahim ile Nemrûd arasında cerayan eden muhtelif mücâdelelerden sonra, Hz.
İbrahim'in ateşten kurtulmasını müte'âkip, Cenâb-ı Hak Nemrûd'a bir melek gönderdi ve:
“Bana îmân edersen, seni memleketinin başında bırakırım” dedi. Bu azgın adam:
“Benden başka Rab var mıdır ki ona inanayım” diye cevâp verdi. Melek ikinci defa
onun yanına gelerek îmana çağırdı. Azgın kişi da’veti kabul etmedi. Melek üçüncü defa
gelerek da'veti tekrarladıysa da, cebbar yine îmana gelmedi. Bunun üzerine melek ona:
“Üç güne kadar ordularını topla” dedi. Cebbar ordularını topladı. Bundan sonra Yüce
Allah'ın emri ile melek, onların üzerine sinekleri musallat etti. Güneş doğduğu halde, ahâli
sineklerin çokluğundan güneşi göremiyordu. Bu sinekler, onların etlerini yiyerek kanlarını
içti, ancak kemikleri kaldı. Fakat hükümdara bir şey olmamıştı. Sonra Allah, ona da bir sinek
musallat etti. Sinek hükümdarın burun deliğinden girdi. Hükümdar hissettiği acı ve ızdıraptan
kurtulmak, sancılarını hafifletmek maksadıyla başına tokmaklarla vurduruyordu. Cebbar
böylece 400 yıl ızdırap içinde yaşadı. İki elini bir araya getirerek birden (bütün hızı ve
gücüyle) onun başına vuran kimse ona en büyük şefkat ve merhameti göstermiş sayılırdı. O,
Cebbar ve zalim olarak 400 yıl hükümet sürdü. Allah da onu tam 400 yıl azâb içinde yaşattı
ve ondan sonra canını aldı.
Bakara sûresinin 258. âyeti münâsebetiyle tefsirlere girmiş olan Nemrûd'la ilgili bu
rivâyet “meskûtün anh” isrâîliyyata dair güzel birer örnektir. Bu gibi rivâyetlerde yapılması
gereken bunları aktarmamak ve bu gibi gereksiz rivâyetlerle meşgul olmamaktır.(son)