KADER’İ FARKLI KATEGORİLER İÇİNDE OKUMANIN İMKÂNI-4

  • SUR YAPIIIIIII

Prof.Dr. Şaban Ali Düzgün’ün KELAM ARAŞTIRMALARI dergisinde 2013 yılında yayımlanan kader hakkındaki çok güzel olan yazısının 4. bölümüne kaldığımız yerden paylaşmaya devam ediyoruz.

   1.1.Kaderin Ontolojik Bağlamı: İnsanın Verili (matbû’) Yapısı ve Verili Dış Dünya/Tekvînî Emr

   İnsanın özgür bir iradeye ve eylemde bulunma kudretine sahip olduğu ve bunun sonucunda da yaptıklarından sorumlu tutulduğu açıktır. Ancak insanın kendi dahli olmadan hazır bulduğu verili iki yapıya dikkat çekmemiz gerekir: Bunlardan biri insanın verili/fıtrî/ontik yapısıdır. Diğeri de, bu fıtrî yapının gözlemleyip kararlarına kaynak yaptığı dış dünyanın verili/ontolojik yapısıdır.

    İnsanın hem kendi fıtratını (bütün insan olma özelliklerini) hem de dış dünyanın fıtratını (bütün varlığı ve niteliklerini) hazır bulmaktadır. İnsan hazır bulduğu bu iki yapı üzerinden idrak etmekte, düşünceler geliştirmekte, muhakemelerde bulunmakta ve sonuçlara ulaşmaktadır. Bu iki alanın insana hazır verilişi takdirdir/kaderdir. Zira bunların elde edilişinde onun bir dahli yoktur. Ama insan hem kendi fıtratını hem de dış dünyayı kullanmaya başladığı andan itibaren, iradesi, seçimleri, kararları öne çıkmaya başlar ve sorumluluk alanının çizgileri netleşir. İlahî iradenin arzusu, insanın fıtratıyla dış dünyanın fıtratı arasında bir uyum/örtüşme/tetâbuk olmasıdır. Doğru kararların verilebilmesi, bu iki alan arasında bir örtüşmenin/tetâbukun varlığıyla mümkün hale gelir.    İki hazır/verili/matbû’ alanı hazır bulan insana, bu iki kaynak mecbûr/zorunlu sonuçlar doğurmaz. Başka bir ifadeyle insan yapısı itibariyle matbû’dur ama iradesi itibariyle mecbûr değildir. Başka bir ifadeyle: matbû’ bir yapıya bağlı olarak ama mecbur olmadan düşünmek ve eylemde bulunmak, insanın kaderidir.

   Aklı başında olan her insan bir iradeye ve niyete sahiptir. İsteyip niyetlendiği şeyi yapma gücü de vardır. Bu gücünü kullanırken evrende karşıtlıklar (zevc/ezvâc) halinde bulunan iyi ile kötü, doğru ile yanlış, faydalı ile zararlı vs. arasında ayrım yaparak en iyi olanı seçmeye çalışır. Bu durum, her insana bu şekilde kodlanmıştır/matbu’dur. Bu süreç bütün insanlar için böyle çalışır. Ama seçim yaparken A’yı değil de B’yi seçmek ya da tersini yapmak insanın eğitimiyle, içine doğduğu şartlarla, diniyle, ahlaki kabulleriyle, vs. ilişkilidir. Her insan için belirlenen düşünce süreçlerinin dışında, tekil olarak bir insan için belirlenen bir şey yoktur. İyi de kötü de bütün çıplaklığıyla ortada durmaktadır. Kur’an’ın ifadesiyle “isteyen iman eder, isteyen inkâr”. Kur’an-ı Kerim, hayatın üzerine oturduğu iki temel kategorinin, yani iman ve inkârın, bütünüyle insanın iradesine ve seçimine bağlı olduğunu ilan etmek suretiyle, bütün diğer alt kategorileri de insanın iradesine ve seçimine bağlamaktadır.

   Matbû’ ve mecbûr kategorilerinin anlaşılması için şu sahneyi bir düşünelim: Berrak bir gecede gökyüzünde bütün ihtişamıyla parıldayan milyonlarca yıldıza bakan her insanın bir ihtişam duygusu yaşaması doğaldır. Zira varlığa bunu hissettirecek bir görsellik; insana da bunu hissedecek bir duygu dünyası yerleştirilmiştir. Ama bu ihtişam duygusunu, yaratıcı bir varlığa bağlamak ve “böyle muhteşem bir âlemi yaratan Varlığa şükran duyup ibadet etmek gerekir,” sonucunu çıkarmak ayrı bir zihinsel işlemi gerektirir. İnsanın iradesinin ve imanının tam da devreye girdiği an, burasıdır. İşte insanlar bu ikinci sonucu çıkarmaya mecbûr tutulmamıştır. Ayet-i kerimede beyan edilen “Dileyen iman etsin dileyen de inkâr” ilkesi, insanın iradesini bu süreçte istediği yönde kullanma hususunda serbest bırakıldığını gösterir. Bu ihtişam karşısında iman etmek veya bu ihtişamı yok sayarak/inkâr ederek yaşamını sürdürmek, kişinin tercihine bırakılmıştır.

   Eğer kendisi için her şey belirlenmiş olsaydı, insanın yaşamında ‘keşke’lere de yer olmazdı. Keşke şu şekilde değil de bu şekilde davransaydım diyen bir insan, aslında bütün süreci kendisinin kontrol ettiğini itiraf etmektedir. Bizim aktif olarak yer almadığımızı iddia ettiğimiz bir düşünce ve eylemin faili kimdir? Diyelim ki Allah’tır ve bizim yaşam sürecimizi O belirlemektedir. Bu durumda, bir insanın hayatında bu kadar hatanın ve keşkenin bulunmasını nasıl açıklayacağız? Mesela, eşi tarafından sürekli şiddet gören veya daha kötüsü öldürülen biri için bu eş tercihini Allah’ın yaptığını söylemek ne kadar adildir? İnsanın yapısına kodlanan/matbû’ olan, bir eş arayışıdır. Zira en temel insan ihtiyaçlarından biri insanın ölümsüzlük duygusunu tatmin eden, arkada bir nesil bırakma arzusudur. Bu arzu, insanın yapısına yerleşik olarak dünyaya gelir. Ama bu arzusunu kiminle gerçekleştireceği, yaşamın kendi süreçleri içinde karşılığını bulur. İnsan, içine doğduğu din, kültür, aile, kendi eğilimleri gibi çoklu belirleyenlerin bulunduğu bir sürecin öznesi olarak hareket eder ve kararını verir.

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.