Allah-u Teâlâ insanı akıl, irade ve isteklerden oluşan bir özellikte yaratmıştır. Bundan dolayı: Hiçbir insan bir başka insan tarafından inanç konusunda kısa süreli hariç, ömür boyu hiçbir şekilde kandırılamaz.Ondan dolayı insanlar dini yaşamlarını, dini tercihlerini kendi irade ve arzularına göre belirlerler. Bu gerçek Sebe suresi 31 ve 32. Ayetlerinde şöyle dile getirilir: … Hesap günü tutuklanarak karşımıza getirildiklerinde hallerini bir görsen! Birbirlerine laf atar dururlar. Zayıflar ve güçsüzler büyüklük taslayanlara; "Siz olmasaydınız mutlaka iman edenlerden olurduk!" derler. Büyüklük taslayanlar ise, güçsüz bırakılanlara, “Size doğru yolu gösteren Kur’an geldikten sonra, siz ona iman edecektiniz de biz mi sizi ondan zorla alıkoyduk? Hayır, siz zaten günah işleyen kimselerdiniz!” diye cevap verirler.
Ayetlerde dile getirilen davranış şekli ile alakalı yaşadığım bir olayı aktarmak istiyorum. Yaklaşık altın bin kitap okumasıyla övünen bir kişi ile arkadaş olduk. Gel zaman, git zaman muhabbetimizin konusu kuran ve onun yanlışlığı ve anlaşılamaması meselesine geldi. Kuranda yanlışlık var İddiasını Kehf suresi 68. Ayeti ve buna benzer metafor ifadeler üzerine bina ediyordu. Bu ayet birçok tefsir ve meallerde...Nihayet güneşin battığı yere (Batıda varabileceği en uzak noktaya varınca güneşi adeta kara bir balçıkta suya batar (gibi) buldu şeklinde tercüme edilmiş.
İlk bakışta haklı gibi görünse de ben tercümede bir yanlışlık olduğu ve bunun bir ilmi ve edebi izahının var olduğuna inanıyordum. Çünkü Kuran-ı Kerim abes ve yanlış sözden beridir. Lakin Arapça edebi sanat ya da mecaz bilmediğim için ispatlayamıyordum. Allahın bir lütfü olarak Ali Keskin’in Kur’ân’a Göre Zülkarneyn’in Metodu ve Mesajı adlı makalesi imdadıma yetişti. Makalede: Ayette gecen “Onu Kara balcıkta batar buldu” ifadesinde (hā) zamiri şems kelimesine atfedilmiştir. Şems’in, “güneş yuvarlağı ve ondan yayılan ışık” şeklindeki anlamını dikkate aldığımızda (hā) zamiri güneşin bizzat kendisine değil ondan yayılan ışınlara atfedilmelidir.
Yani Güneş ışınları suya çarptığında bir kısmı kırılıp suya batar, bir kısmı ise yansır. Güneşin yörüngesinden çıkıp suya batması tasavvur edilemeyeceğinden suya batanın güneş ışınlarının olması doğal ve normal olanıdır. Zulkarneyn'in gördüğü manzara da güneş ışınlarının kara balçıklı sıcak su kaynağında batmasıyla oluşan yansıma ve ışığın kırılması olayıdır. Dolayısıyla burada kara balcıkta batan güneş değil, güneş ışınlarıdır. Bu güneşin kendisi değil ışınlarının çarpması sonucu oluşan durumu ifade eden “güneş çarpması” deyimi gibidir. Aynı şekilde “güneşten korunmak” da bir deyim olup burada güneşin kendisinden değil ışınlarından korunma anlaşılır şeklinde izah yapılmıştı.
Hemen şüphesinde haklı olduğunu düşündüğüm ve samimi bir arayışta olduğunu varsaydığım için makaleyi o arkadaşa yolladım. Bırakın makaleye göz atmayı, makaleyi görmemezlikten gelip tıklamadı bile. Bu tavır bana, yukarıda ayette diyalogları anlatılan kişilerin ‘‘fakat zalimler Allah'ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlar’’(6/33) ayeti ışığında cehenneme bile bile talip oldukları gerçeğini bizzat anlamamı sağladı.
Diğeri ise; Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir(2/9). Bu ve buna benzer ayetlerin ışığından hareketle: beni falan kandırdı, ben falana uydum, ben bilmiyordum gibi mazeretlerinin bir yalandan ibaret olduğuna bir kez daha şahit oldum. Kuranda bu gerçek:“Eğer uyarılara kulak vermiş veya aklımızı kullanıp gerçekler üzerinde düşünmüş olsaydık, şimdi şu çılgın alevli ateşin yoldaşları arasında bulunmazdık!” ayeti ile dile getiriliyor(67/10).