KUL HAKKI ALLAHIN HAKKINDAN ÜSTÜN MÜ?

  • imsa

Halk arasında “BANA KUL HAKKI İLE GELMEDE NE İLE GELİRSEN GEL”  şeklinde meşhur olan bir söz vardır. Bu söz bir kısım insanlar tarafından kurandan bir ayet olarak bilinirken, bir kısım insanlar tarafından ise hadisi şerif olarak bilinir. Lakin ne kuran-ı kerimde nede hadisi şeriflerde bu şekilde bir hitap yoktur. Muhtemelen bu söz, kul haklarının ahrete kalması durumunda hesaplaşmanın zor olacağını ve hakkı olanların bu haklarını orada alacaklarını ifade eden bazı hadis rivayetlerinden hareketle, halk arasında bu şekilde söylenmiş ve meşhur olmuş olabilir.

İlk bakışta masum gibi görünen bir başka rivayette şöyledir: Yahudi tüccarlar Müslümanların ahrette hesap verme konusundaki hassasiyetlerini bildikleri için Müslümanlarla yaptıkları ticarette paralarını daha düzgün alabilmek adına bu sözü uydurmuşlardır. Hatta sözü öyle bir abartmışlar ki Hıristiyan ve Yahudilerin borçlarını bu dünyada vermeseler Ahrette bu borç karşılığı imanlarını alacaklarını bile eklemişler. Böylelikle ahrette imanlarının alınacağından korkan bazı Müslümanlar, kendi aralarında her türlü hile ve dolandırıcılığı rahatlıkla yaparken, ehli kitapla olan alışverişlerinde imanın alınma korkusundan dolayı, onlara karşı fazlaca hile ve dolandırıcılık yap(a)mamışlardır.

İkinci olarak bu söze şüpheci bir bakış açısı ile de bakabiliriz. Bu söze şüpheci yaklaşmamızın en önemli sebebi; bu sözün ifade ettiği manayı destekleyen ne kuran-ı kerimde nede sünnette bir karşılığının olmamasıdır. Kuranda ve sünnette karşılığının olmaması rağmen ve sürekli gündemde tutulması işin tuzu ve biberi oluyor. “Bana kul hakkı ile gelmede ne ile gelirsen gel” sözü üç problemi bünyesinde barındırıyor. Birincisi: KURANDA VE SÜNNETTE karşılığı olmayan bu söz, sanki İslam’ın bir düsturuymuş gibi bir algı oluşturuyor. İkincisi: Kul hakkının, Allahın hakkından daha üstün olduğu mesajını veriyor. Üçüncüsü ise, kullar yaptıkları her türlü işte kendi arasında anlaşırsa Allahın hiçbir müdahalesinin ol(a)mayacağı mesajı zihinlere işleniyor.

 Başta şunu iyi bilmemiz gerekir ki Allah’ın müdahil olmadığı ve hesap sormayacağı hiçbir günah yoktur. Her suç aynı zamanda Allaha karşı işlenmiştir. Dünyada bile işlenen her suçların iki boyutu vardır. Birincisi bireysel boyut. İkincisi kamu boyutu.  Aynı dünyada işlenen suçlarda olduğu gibi İslam’da da işlenen suçların iki boyutu vardır. Biri insanlar arası hukuk. İkincisi ise, Allahın kanunlarını ihlalden dolayı kaynaklanan hukuk. 

Mesela hırsızlık yapan kişi bu sözü düstur alıp, “ben bu suçun hesabını Allaha değil, mağdur ettiğim adama vereceğim derse kendince haklı olmaz mı? Böylelikle hesap günü ve Allah sadece aracı durumuna düşürülmüş olur. Hayata yansıması ise, kullar kendi aralarında anlaştıktan sonra Allah insandan hesap soramaz veya sormaz düşüncesi hayata hâkim olur. Bunun neticesi olarak zina denen bir olay her iki taraf helalleştiği zaman meşrutiyet kazanmış olur ve artık suç kabul edil(e)mez. Faiz, rüşvet bilumum tüm ikili haram işler rıza dairesinde yapılmış olduğunda artık günah kategorisinde değerlendirilmemeye başlanır.  

Bu söz ile verilen mesajın, hayata yansıyan olumsuz bir etkisi de, insanların Allaha karşı olan görevlerini ikinci plana atmasına sebep olmasıdır. Belki de toplumumuzun dini vecibelere karşı olmasa da olur mantığı ile yaklaşmasının en büyük sebebi yukarıdaki gibi ayet ve hadis kılıfı giydirilmiş sözlerdir.

Bu sözün Aksine İnsanlar arasındaki her hukuk Allahın dilediği bir şekilde telafi edilebilirken, Allaha ait hukuk ihlalinin karşılığı: Bilmiyorlar mı ki, kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, ona muhakkak ki içinde ebedi kalınacak cehennem ateşi vardır. (Tevbe/63)