Kur’an, insanların bir erkek ve dişiden yaratıldığını ifade ederek insanın ontolojik mahiyetini ortaya koymaktadır. Bu anlamda bütün kabile, topluluk ve milletlerin aslında aynı orijinden yaratıldıkları belirtilmiş olmaktadır. Hucurât suresinde geçen ve aşağıda zikredeceğimiz ayette Allah başlangıç itibarı ile bir erkek ve dişiden yarattığı insanları kabilelere ve şubelere ayırdığını beyan etmekte ve arızî farklılığın aslî bir hüviyet olmadığını, insanların, kültürlerin ve milletlerin birbirlerini tanıyabilmeleri, birbirleriyle iletişim kurabilmeleri (teâruf) ve birbirlerini farklılıklarıyla kabul etmelerinin gerekliliğine dikkatimizi çekmiştir.
Keza aşağıda zikredeceğimiz ayette geçen teârufu sadece iki kişinin birbirlerini geçici bir süreliğine tanıması değil, aksine daha şümullü, derinlikli ve evrensel düzeyde iletişim kurabilmeleri şeklinde anlamak da mümkündür. Ayette dikkat çeken hususlardan birisi Hucurât suresindeki ayetlerin hemen bütününün iman edenlere yönelik birer hitap olarak yer almışken bu ayette daha geniş daireye nazarlar çevrilmiş olmakta ve “Ey insanlar” şeklinde hitap edilmektedir. İlgili ayet şöyledir: “Ey insanlar şüphe yok ki biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirilerinizi tanıyabilmeniz için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır…”
İnsanların farklı boy ve kabilelere ayrılmış olması, herhangi bir millet için imtiyaz aracı olarak görülemez. İnsanlık tarihine damgasını vuran milletler ile bu imkâna sahip olamayanlar arasında yaratılış mahiyeti ve amacı açısından bir fark bulunmamaktadır. Ayetin devamındaki “…Allah indinde en değerli olanınız en muttaki olanınızdır…” ifadesi de kişinin bizatihi bir kabileye/topluluğa mensubiyetinin, onun zatî kıymeti için yeterli bir kriter olmadığını ortaya koymaktadır. Bunun aksine birey olarak kişiyi değerli kılacak olan şey, kendi özgür iradesiyle ortaya koyduğu takva, amel ve ahlakıdır.
Yine belirtmekte fayda gördüğümüz hususlardan birisi de bir kişinin mensubu bulunduğu milletini sevmesinin, onların selamet ve huzuru için müspet manada çalışmasının, maddî ve manevî açıdan gelişimleri için gayrette bulunmasının, zemmedilen bir husus olmayıp aksine takdir edilen bir durum olduğudur. Nitekim başka ayetlerde Allah’ın emir ve nehiylerine muhatap olan İsrailoğulları için doğrudan kavimlerinin ismi zikredilerek “Ey İsrailoğulları/Yâ Benî İsrâîl” şeklinde sıkça tekrarlanmış olması, kişinin ait olduğu milleti için çalışmasının önünde bir engel olmadığını kanıtlar niteliktedir.
Kişinin fıtrî olarak köyünü, beldesini, memleketini, dilini ve milletini sevmesi gayet normaldir ve insan tabiatına da uygun olandır. Tersini düşünmek kişinin köyüne, beldesine ve milletine husumet beslemesi anlamını barındırır ki bu durum psikolojik ve sosyal açıdan insan tabiatına uygun değildir. Nitekim Kur’an’da birçok ayette peygamberlerin gönderildikleri kavimlerine “Ey kavmim/Yâ kavmî” şeklinde hitapları mevcuttur. İbrahim suresinde de gönderildikleri toplum ile kolay iletişim sağlayabilmeleri ve ilahi mesajı anlatmaya en elverişli bir araç olduğundan her Peygamberin içinden çıktığı toplumun dili ile gönderildiği ve farklı dillerin (ihtilâf-ı elsine) Allah’ın ayetlerinden bir ayet olduğunun altı çizilmiştir.
İslam’ın gelişi ile birlikte kabilevî bilinçaltından hareketle üzerinden fazilet ve üstünlük devşirilen bazı duygular böylece itidal noktasına çekilmiştir. Bu anlamda dil ve renklerin üstünlüğü değil, dil ve renklerin farklılığına işaret edilmiş ve bu çeşitlilik bir böbürlenme unsuru değil, Allah’ın bir ayeti bağlamında zikredilmiştir: “Göklerin ve yerlerin yaratılması ile dillerinizin farklı olması O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, âlimler için ayetler vardır.” Ayetten anladığımız kadarıyla herhangi bir millet veya kabilenin ontolojik olarak diğerinden daha üstün olduğu, kendilerinin birinci sınıf diğerlerinin daha alt mertebede olduklarını ima eden anlayış ve yaklaşımlar doğru değildir.
*Bu yazı Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğr. Gör. Dr Bayram KANARYA’nın e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi Ağustos-2018 Cilt:10 3.sayısında yayımlanan HADİSLERDE ASABİYETİN REDDİ VE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI çalışmasından alıntılanmıştır.