KUR’ÂN’A GÖRE GAYBİ BİLGİNİN KAYNAKLARI-3: HADS

  • imsa

Bugün sizlerle Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tefsir Bilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi Gülşen ÖKTEN’İN 2015 yılında Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisinin 39 sayısında yayımlanan yazısının üçüncü bölümünü paylaşacağız.

Bilginin kaynağını akıl veya duyu olarak nitelendirmenin bilgiyi sınırlayacağını ifade ederek üstün bir bilme yetisi üzerinde duranlar, ayrı bir bilgi kaynağı olarak hadse işaret etmişlerdir. Hads,“duyu organları, deneyim ve akıl kullanılmadan kazanılan kavrayış, içgüdüsel bilgi, ispatlanmamış bir

inanç, içe doğma, iç görüş, bir konu hakkındaki hakikatlerin doğrudan bilgisi” anlamlarına gelmektedir.

Özellikle tasavvuf çevrelerinde hads, bir bilgi kaynağı olarak kabul görmüştür. Mutasavvıflar ile Râzî gibi son dönem Ehl-i sünnet kelamcılarından bir kısmı, duyu ve aklın insanı yanıltabileceğini dile getirerek ilham ile birlikte merkezinde kalbin bulunduğu hads kaynaklı bilgiyi de benimsemişlerdir. Burada yeri gelmişken ilham ve hads kavramlarının zaman zaman birbirlerinin yerine kullanıldığını da ifade etmemiz gerekir. 

Kur'ân-ı Kerîm'de hads lafzı bulunmamakla beraber pek çok âyetin hadse işaret ettiğini dile getirenler vardır. Söz konusu kavramın merkezinin kalp olarak kabul edilmesi sebebiyle öncelikle hads ile irtibatlı olan kalp lafzının geçtiği âyetlerin değerlendirilmesi uygun olacaktır. Kur'ân'da akletme veya düşünme ile ilgili fiiller kalbe nispet edilmiştir. Nitekim Hac sûresinin 46. âyetinde Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler kör olur."

Kalp yaratılışta sahip olduğu güzel sıfatlarını kaybettiğinde hakiki hâlinden uzaklaşmış olur. Hâlbuki idrâk için kalbin hakikatini koruması icap etmektedir. Yaratılıştaki güzel vasıflarını koruyan bir kalp, yakîn nuru ile ikbal esintilerini idrâk eder. 

Kur'ân akıl sahiplerine hitap eder. Fakat aklı gerçek manada işlevsel hale getirecek

olan, kalp gözü kör olduktan sonra, aklın mevcudiyeti, hakiki bilgiye ulaşmada bir fonksiyon icra etmemektedir. Kalp ile ilgili âyetler dışında Yusuf (a.s)'un kıssasının anlatıldığı âyetlerde de hads konusuna dair işaretler bulunduğu söylenebilir.

Bazılarına göre Hz. Yakup'un Yusuf (a.s)'un kokusunu duyması ve onun hayatına dair bilgisi peygamberlere verilen mucize kabilindendir. Diğer bir görüşe göre bu bilgi vicdana doğan ledünnî bir bilgidir. Bununla birlikte kıssada hadsî bilgiye sahip olduğu iddia edilen kişi bir peygamber olan Hz. Yakup'tur. Peygamberlerin sahip oldukları bilgi kaynaklarının başında gelen vahiy, diğer kullar için söz konusu değildir.

Kehf suresinde Hz. Musa'yı konu alan kıssada Allah (c.c) kıssada şöyle buyurmaktadır: "Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik."Tefsirlerde, âyette bahsi geçen ve ismi zikredilmeyen kul hakkında iki farklı görüş bulunmaktadır. Birinci görüş bu kulun bir peygamber olduğu ve vahiy aldığı yönündedir. İkinci görüşe göre ise bu kul bir peygamber değil Hızır (a.s)'dır

Râzî (ö. 606/1209), âyette geçen ilim lafzının herhangi bir vasıta olmadan Allah tarafından gönderilen bilgi anlamına geldiğini, sûfîlerin buna mükâşefe yoluyla elde edilen ledünnî ilim adını verdiklerini ifade eder. Râzî ve Gazzâlî gibi müteahhir devir kelâmcıları; sûfîlerin keşf, bâtın

ilmi gibi deyimlerle ifade ettikleri hadsî bilgileri, bilgi kaynağı olarak kabul etmekle beraber, bu tür subjektif bilgilerin Kitap ve sünnete uygunluğunu esas almışlardır. Yani "Zâhire aykırı düşen her şey bâtıldır" ilkesini benimsemişlerdir. Ayrıca bu yollarla elde edilen bilgilerin herkes için delil teşkil etmediği de kelamcıların ortak görüşü sayılmaktadır.