KUR’ÂN’A GÖRE GAYBİ BİLGİNİN KAYNAKLARI - 4: RÜYA

  • imsa

Bugün sizlerle Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tefsir Bilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi Gülşen ÖKTEN’İN 2015 yılında Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisinin 39. sayısında yayımlanan yazısının dördüncü ve son bölümünü paylaşacağız.

Rüya, insanlığın başlangıcından beri var olan ve merak edilen bir hâdise olmuştur. Bugün bütün bilimsel gelişmelere rağmen rüya hâdisesi hakkında kesin bir açıklama yapılamamış; ancak konu hakkında geçmişten günümüze pek çok şey söylenmiştir. İslâmî literatürde de konu büyük önem

arz etmektedir; zira Kur'ân'ın nüzûlundan önce vahiy sadık rüyalarla başlamış, Kur'ân-ı Kerîm'de de birçok yerde rüya konusu üzerinde durulmuştur. Bu durum İslâm âlimlerini rüya konusu üzerine araştırma yapmaya teşvik etmiştir. Özellikle kelâm ve tasavvuf ilmi, bilgi kaynağı olması açısından rüya konusu ile yakından ilgilenmiştir.

Rüya konusuna sadece âyetlerde değil hadislerde de yer verilmektedir. Bu rivayetlerin birinde Resûlullah (s.a)"Rüya, Allah'tan, hulm ise şeytandandır." buyurmuştur. Allah'tan olan rüya "sadık rüya" olarak isimlendirilir. Hz. Peygamber bu rüya çeşidini, nübüvvetin kırk altı cüzünden biri olarak belirtmiştir. Karışık veya korkunç olan rüyalar ise "hulm" olarak adlandırılır. Nablûsî (ö.143/1731), rüyayı sadık ve bâtıl rüya olmak üzere iki grup halinde tasnif ettikten sonra bu grupları da kendi içlerinde kısımlara ayırır.

Buna göre, kaynağı ilâhî olan yani Allah'ın veya meleğin ilham ettiği rüyalar sadık rüyalardır. Sadık rüya ya bir uyarı niteliği taşır ya da bir müjde içerir. Hulm ise şeytandan gelen karışık ve korkunç rüyalar olduğu gibi; kişinin gün içerisinde meşgul olduğu işler, nefsin arzu ve istekleri, sıkıntı ve ızdırap hâlleri gibi durumların bilinçaltına işlemesi neticesinde görülen rüyalar da hulm olarak adlandırılan bâtıl rüya kategorisine girmektedir.

Kur'ân-ı Kerîm'de rüya lafzı isim olarak altı âyette geçmektedir, bunun dışında fiil halinde ya da "ta'bîrü'rrü'yâ", "te'vîlü'l-ahlâm" gibi tamlamalar halinde kelimenin çeşitli türevleri kullanılmıştır. Bu âyetlerde Hz. İbrahim, Hz. Yusuf, Mısır hükümdarı ve Resûl-i Ekrem'in gördüğü rüyalardan söz

edilmekte; Hz. Yusuf'a rüyaların yorumunun öğretildiği, Hz. İbrahim, Hz. Yakup ve Hz. Yusuf'un gördükleri rüyaları tabir ederek bu yorum ışığında hareket ettikleri belirtilmektedir.

Kur'ân'da geçen rüyaları peygamberlerin ve diğer insanların rüyaları olarak iki kısma ayırmamız mümkündür. Bir bilgi kaynağı olarak değerlendirilen rüya hususunda böyle bir ayrımın yapılması zarurîdir. Nitekim peygamberlerin görmüş oldukları rüyalar vahyin bir çeşidi olarak sayılmaktadır.

Bunu Hz. Âişe'den nakledilen hadisten anlamaktayız: "Resûlullah'ın (s.a) ilk vahiy alması, uykuda gördüğü sadık rüyalarla başlamıştır. O, hiçbir rüya görmezdi ki sabah aydınlığı gibi çıkmasın."

Kur'ân-ı Kerîm'de bilgi kaynağı olarak gösterilen rüyaların hepsi ya bir peygamberin görmüş olduğu ya da tabir etmiş olduğu rüyadır. Bu durum, doğru tabir edildiğinde rüyanın gayba dair bilgilere kapı araladığına işaret sayılabilir. Bununla ilgili olarak Hz. Peygamber, "Vahiy kesildi mübeşşirat kaldı. O da müminin rüyasıdır" buyurmuştur.

Hadis mecmuaları, Resûlullah'ın başkalarının rüyalarını tabir ettiği gibi zaman zaman kendi rüyalarını da anlattığı ve ashaptan birine tabir ettirdiğini belirtmiştir. Ashap içinde Hz. Ebû Bekir'in rüyaları isabetli tabir ettiğine dair yaygın bir kanaat olduğu, yine ezanı ilk önce rüyasında görenin Abdullah b. Zeyd b. Sa'lebe olduğu ve Resûlullah'ın bunu onayladığı bilinmektedir. Âyet ve hadisleri göz önünde bulunduran mutasavvıflar rüyayı kesin bir bilgi kaynağı olarak kabul ederler. Kelâm âlimleri ise Hz. Peygamber'in "Uyanıncaya kadar uyuyan kişiden kalem kaldırıldı" hadisine dayanarak rüyanın kesin bir bilgi kaynağı olarak kabul edilemeyeceğini ifade ederler.