Bugün sizlerle Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tefsir Bilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi Gülşen ÖKTEN’İN 2015 yılında Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisinin 39 sayısında yayımlanan bir yazısını paylaşacağız.
İnsan, bilgi elde etme iradesi ve kazandığı bilgiyi kullanabilme yeteneği ile diğer canlılardan ayrılmaktadır. Bu sebeple bilgi, öteden beri âdemoğlunun ayrılmaz bir parçası olagelmiştir. İnsanı yakından ilgilendiren bu büyük mevzuya, muhatabını hem ahirette hem de dünyada saadete ulaştırmak için bir hidayet rehberi olan Kur'ân'ın ehemmiyet vermemiş olması düşünülemez. Zira takip edilmesi gereken yolu aydınlatan yegâne vasıta bilgidir. Bilginin, “aydınlatıcı” vasfına sahip olabilmesi için doğru olması gerekmektedir. Bu noktada doğru bilgiye ulaştıran tariklerin tespitinin büyük önem arz ettiğini ifade edebiliriz. Doğru bilgiye ulaşmak için Kur'ân-ı Kerim'e başvurmak özellikle Müslümanların atacağı ilk adım olmalıdır.
GAYB ALANI İLE İLGİLİ KAYNAKLAR
Kur’ân’a göre varlık âlemi iki kısımdır. Bunlardan biri gayb, diğeri de şehâdet âlemidir. İslâm dininin temel esaslarından biri olan gayb konusu, Kur'ân'da önemle üzerinde durulan meselelerden biri olmuştur. Gayb kelimesi sözlükte, "gizli kalmak, görünmemek", "batmak" anlamında masdar ve "gözle görülmeyen, gizli olan şey veya yer" manasında isim olarak kullanılmaktadır. Kavramsal anlamı itibariyle ise "duyu ve akıl yoluyla mahiyeti idrâk edilemeyen", "peygamberlerin haber vermesi ile bilinen şey" manasını ifade etmektedir. Epistemolojik açıdan gayb bilgisi, mutlak gayb ve izâfî gayb olmak üzere iki kısma ayrılabilir. Mutlak gayb, sadece Allah'ın bildiği, melekler dâhil hiçbir canlının sahip olamadığı bilgilerdir. İzafî gayb ise bazı varlıklara gizli kalırken bazıları tarafından bilinen durumlardır. Bir kısım kimselerin
muttali olduğu gayb ile ilgili bilgi kaynaklarının başında vahiy gelmektedir. Bunun dışında ilham, hads ve rüya diğer kaynaklar olarak sayılabilir. Bu kısa girişten sonra şimdi gayb ile ilgili bilgi kaynaklarını açıklamaya çalışalım.
İslâm düşüncesine göre Allah insanları başıboş bırakmamış, onlara peygamberler ve kitaplar göndererek yol göstermiştir. Allah'ın kullarına yol göstererek çeşitli konularda onları bilgi sahibi kılması ise vahiy yoluyla gerçekleşmiştir. Vahiy, terim anlamı itibariyle "Allah'ın bir emri, bir hükmü veya bilgiyi peygamberlerine gizli ve süratli bir şekilde bildirmesi" demektir. Bu manada vahyin keyfiyet ve mahiyeti, Allah ile peygamber arasında kalmış bir sır olduğundan, insanların vahyi tam olarak idrâk etmesi güçtür. Kur'ân-ı Kerîm, Allah'ın insanlarla üç farklı yol ile iletişim kurduğunu haber vererek bu yolların vahiy, perde arkasından hitap ve elçi vasıtası ile iletişim olduğunu bildirir. Bu yollardan ilki olan vahiy, hem peygamberler hem de insanlardan bir kısmı için geçerli olan ilham manasındadır. Perde arkasından hitap ise doğrudan doğruya kalbe değil işitme duyusuna yöneliktir. Hz. Musa ve Hz. Muhammed ile bu şekilde bir iletişim söz konusu olmuştur.
Son olarak elçi vasıtası ile iletişim ise Allah'ın bir melek göndererek vahyetmesidir. Bu şekilde elçi vasıtası ile olan iletişim, kurumsal vahiy olarak nitelendirdiğimiz vahiydir. Yukarıda anlatıldığı üzere geliş özellikleri dikkate alınarak vahiy çeşit olarak vasıtalı ve vasıtasız vahiy olmak üzere iki başlık altında toplanabilir. Vasıtalı vahiy, Allah'ın elçi yani melek vasıtasıyla peygamberlerle kurduğu iletişim yoludur. Kur’ân’ın tamamı bu tür vahiyle Hz. Peygamber’e indirilmiştir. Resûlullah (s.a)’ın bazen bir melek aracılığı olmaksızın vasıtasız olarak vahiy aldığı yönünde de rivayetler bulunmaktadır. Bu şekilde vasıtasız olan vahiylerin başında sadık rüyalar gelmektedir. Ancak sadık rüya aracılığı ile Kur'ân vahyi söz konusu olmamıştır. Yani bu vahiy türü ile herhangi bir Kur'ân âyeti gelmiş değildir.
Vasıtasız vahiy türlerinden bir diğeri de ilhamdır. Bunu, Allah'ın peygamberin kalbine ilkâ ettiği vahiy olarak da açıklamak mümkündür. Kutsî hadisler bu tür vahiylerdendir. Bu şekilde kalbe ilkâ yolu ile vahiy sadece peygamberlere mahsustur. Netice itibariyle Hz. Peygamber’e Kur'ân dışında da vahiy gelmiş ve bu vahiy genellikle sünnet vahyi olarak isimlendirilmiştir. Her iki vahiy türü de bazen vasıtalı bazen vasıtasız olarak gerçekleşmiştir..
Kur’ân vahyinden ayrı olarak zikrettiğimiz sünnet vahyi de gaybî bilgi kaynakları arasında yer almaktadır. Bunun en bariz örneği “namaz vakitleri, kılınış şekli, miras ve vakıfla ilgili hükümler... gibi hususlarda da Hz. Peygamberin kendi içtihadına göre hüküm koymayacağı açıktır. Allah Resûlü bu konularda mutlaka vahye dayanmıştır. Tüm bu bilgiler ışığında şunu ifade edebiliriz ki, gerek Kur’ân vahyi gerekse sünnet vahyi kesin birer bilgi kaynağıdır.