KURAN-I KERİM’İ ANLA(YA)MIYORMUYUZ? YOKSA ANLAMAKMI İSTEMİYORUZ?

  • imsa

Allah-u Teâlâ mesajını her zaman, indiği dönemin insanlarının lisanını kullanarak iletmiştir. Bu gerçek İbrahim suresi 4. Ayette şöyle dile getiriliyor: Biz her peygamberi ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın. Allah-u Teâlâ’nın indirdiği dört büyük kitaptan üçü İsrail oğullarına inmesi sebebiyle, İsrail oğullarının dili olan İbranice nazil olmuştur. Kuran-ı kerim ise; Arap coğrafyasında yaşayan bir topluluğa indiğinden dolayı indiği toplumun dili olan Arapça olarak nazil olmuştur. 

Bunun sebebini ise Zuhruf suresi başta olmak üzere Allah-u Teâlâ kuran-ı kerimde şöyle açıklıyor; Apaçık Kitab'a and olsun ki biz, anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kur'an kıldık.(43/2-3).  Bu ayetin zahirinde hareketle ilk bakışta buradaki hitap o günkü yaşayan Arapları ilgilendiriyor gibi bir sorunun insanın aklına gelmesi kadar doğal bir şey olamaz. Veya neden İngilizce, Türkçe ya da Çince inmedi gibi sorulara da kapı aralıyor. Son sorunun cevabı Allah-u Teâlâ yukarıda İbrahim suresinin 4. Ayeti ile cevaplanmıştı.

İkinci sorunun cevabı ise aslında çok basit. Kuranın indiği yüzyılda dünyadaki mevcut ve yaygın olan diller ve onların gelişmişlik serüvenine baktığımız zaman, sorunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü:  Miladi 600’lü yıllarda yeryüzünde en çok üç dilin yaygın olduğunu görürüz. Bunlar Çince, İngilizce ve Arapça. Bu diller içerisinde ise belagat yönünden kâmil derecede olan tek dil Arapçadır. Bugün bile hala hiçbir dil Arapçanın eşsiz anlatım belagatiyle bol ölçüşemiyor. Bundan dolayı Allah-u Teâlâ’nın meramı insanlığa, en iyi ve anlaşılır bir şekilde ancak Arapça ile anlatılabilirdi.

 Bu gerçekler ise ayette şöyle dile getiriliyor. Kasem olsun ki, biz Kur’ân’ı (düşünüp) öğüt alınsın, diye kolaylaştırdık. Ayetin devamında ise ;(Düşünüp) öğüt alan yok mu? Buyruluyor.Kamer17,21),Ayrıca Allah-u Teâlâ Şüphesiz (biz) onlara bir Kitap da getirdik ki, îmân edecek bir topluluğa, bir hidâyet ve bir rahmet olarak bir ilim üzere onu iyice açıkladık. Biz, inanan bir toplumu doğru yola ulaştıran ve rahmet olan, (Allah katından) gerçek bir bilgi ile açıklanmış bir kitap gönderdik buyuruyor (Araf suresi 52 ayet).

Tüm bunların yanında şu realiteyi de gözden kaçırmamak gerekir. Arapça kutsal bir dil değildir.Ya da cennet lisanı da değildir.  Çünkü bu konuda hiçbir ayet ve sağlam delil yoktur. Arapça dil ve yazı olarak İngilizce, almanca ya da Türkçe gibi bir lisandır.  

Tüm bunların yanında insanın aklına şu soruda ister istemez geliyor. Benim dilim Arapça değil ben bu kitabı nasıl anlayacağım? Bu soruyu soran bir kişi gerçekten samimi ise çözüm aslında çok basit. İngilizce, Almanca, Fransızcada bizim dilimiz değil. Lakin İngilizce, Fransızca, ya da Rusça’yı öğrenmek için nasıl gayret gösteriyorsak, bu dili de öğrenmek için gayret edeceğiz. Bu seçenekler bizim için mümkün değilse, o zaman Türkçeye tercüme edilmiş meal ve tefsirlere müracaat edeceğiz. 

Burada şu konuya da temas etmek gerek. Allah-u Teâlâ’nın istediği: Gönderdiği mesajın insanlar tarafından anlaşılması.  Bir insanın illa kuran-ı anlamak için Arapça bilme mecburiyeti yok. Lakin cenneti istiyorsa kuranın mesajını anlama mecburiyeti var. Bunu da ister Arapça üzerinden ister İngilizce üzerinden isterse Türkçe okumalar üzerinden yapabilir. Arapça okudun şu kadar sevap, Türkçe okudun bu kadar sevap diye bir kaide yok.  Kuran-ı Kerimi anlama adına ister Arapçadan oku istersen Türkçeden, ikisi de aynı amaca hizmet ettiği için Allahın izni ile kişi aynı sevabı alır. Öbür türlü bir yaklaşım ya da düşünce Allah-u Teâlâ’nın adalet sıfatı ile bağdaşmaz.