KURAN-I KERİMİ DOĞRU ANLAMANIN YOLU NÜZUL ORTAMINI BİLMEKTEN GEÇER-1

  • imsa

Vahiyler ilk defa karşılaştığı mevcut toplumların bireysel ve toplumsal inançlarını, örf ve adetlerini ve bölgesel kültürlerini sıfırdan başlayarak kurgulamaz. Böyle bir şeye kalkışmak daha başında yapılacakları başarısızlığa mahkûm eder. Kuran-ı Kerim'in nazil olduğu toplumdaki muhataplarının büyük kısmı müşriklerdi. Müşriklerin yanı sıra Mekke ve civarında az da olsa Hıristiyan ve Yahudi de bulunmaktadır. Bunları vahyin içeriğinde görmek mümkündür. Bu da gösteriyor ki vahyin boşluğa değil Arapçanın konuşulduğu, bazı sorulara cevap verildiği, iklim ve bitki örtüsünün farklı olduğu çölün imkân ve şartlarının dikkate alındığı görülmektedir. 

Kur' an öncesi toplum hakkında yapılan yanlışlardan birisi de o zaman dilimini anlatırken "genellemelerle" kötüleyip aşağılayarak anlatmaktır. Bu tıpkı modern dönemde cumhuriyet idaresinin faziletlerini anlatmaya çalışırken Osmanlı'yı aşağılamaya benziyor. Hâlbuki her dönemin kendine ait güzel yönleri olduğu gibi eksik ve kusurlu tarafları da vardır. Yapılması gereken ne geçmişi tamamen yok saymak, ne de tamamen atalar ocağındaki külüyle beraber her şeyi bugüne taşımaktır. Hz. Peygamber bildirmiş olduğu vahyin kaynağı bakımından eski dünyaya, fakat bildirmiş olduğu vahyin ruhu bakımından modern dünyaya aittir.

Kuran gündemine aldığı ilkeleri nazil olduğu toplumun dili ve kültürüyle anlattı. İlk muhatapların Arap olmaları vahyin hicaz coğrafyasını da dikkate alarak verdiği mesajları anlamayı kolaylaştırıyordu. Vahyi anlamada nüzul zemini/çıkış noktası üzerinden hareket etmenin anlamayı daha da kolaylaştıracağı bugün de gözden uzak tutulmamalıdır. Şatıbi bu konuda şöyle der: "Kuran' ı anlamak için gerekli ilimlerden biri de, Kuran'ın indiği sırada mevcut bulunan söz, fiil ve hareket tarzlarıyla ilgili Arap adetlerini bilmektir. Özel bir nüzul sebebi yoksa Kuran ilmine dalmak isteyen kimse için bu bilginin olması zaruridir. Aksi takdirde kişi başka türlü içinden çıkılması imkânsız olan problem ve çıkmazlara düşer".

 Birkaç örnek vermek gerekirse; Mesela, Mekki surelerde de geçen ya beni âdem» ey Ademoğulları (Araf, 7/26,27,31,35,172; İsra, 1 7/70) hitapları kan bağına dayanan üniter yapının hâkim olduğu coğrafyada niçin vurgulanır? Bunu anlamak için vahyin ilk nazil olduğu Hicaz bölgesinde insanların kabileler halinde yaşadığını bilmek gerekir. Mekke'de sosyal yapının temeli kabiledir. Kabile de hürler, köleler ve mevalilerden oluşmaktaydı. İnsanların değeri mensubu olduğu kabilenin şerefi ile ölçülüyordu. Kişinin mensup olduğu kabile mevcut kabileler içinde farklı statü sahibi ise o da hiçbir değer üretmeden kabilenin statüsünden istifade edebiliyordu. Vahiy bu hitabı ile bütün insanlığın köken birliğine vurgu yapmakta ve üstünlüğün kabileden gelmediğini ortaya koymaktadır. 

Kuran ya beni âdem, hitabı ile sosyolojik eşitliği tesis ederken bu söz sadece teorik bir metin olarak kalmıyor, aynı zamanda sosyal hayatta pratiğe dönüşüyordu. Geçmişteki köleler ile hürler arasındaki ilişkiler (evlilik, sofra, bir arada yaşama vb.) böylece yeni bir yapıya kavuşturuluyordu. Kuran'ın Âdem orijinli bireyleri aynı anne-babada birleştirmesi farklı kabile ve ırk mensuplarının diğerleriyle kuracakları her türlü ilişki konusundaki yöntemi de belirlemektedir. Aynı kaynağa sahip insanların aynı ilahi kaynağın göstereceği bir zeminde birbirleriyle etkileşime girmeleri bu şekilde kolayca temin etmiş olurken, bu da toplum fertlerinin Âdem ortak değerler dizisi/paradigmasında bir araya gelmesini sağlayan bir (f)aktör olmasını sağlıyordu. (1.bölüm sonu) 

 

*Bu yazı RAĞBET YAYINLARINDAN çıkan Cahiliye Üzerine Tetkikler adlı kitaptan Iğdır Üniversitesi, ilahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Doç. Dr. Zeki Tan’ın ŞEKİL MANA BAGLAMINDA MÜŞRİK DİNDARLIĞI adlı makalesinden alıntılanmıştır.

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.