Kur’an, vahyin muhatabı olan insanlara hidayet yollarını gösterirken onların da bildiği ve kabul ettiği hakikatleri referans vermektedir. Bu hakikatler toplumun ortak tarihi geçmişine ait bir durum olabildiği gibi daha önceki nesillere ait olup toplum hafızasında yer edinmiş olaylar da olabilir. Allah Teâlâ Kur’an’da bu olaylara ya da durumlara yer vererek toplumun tarihi tecrübesine işaret eder.
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah, tarihi örneklerde bazen muhatapların hiç bilmediği bir konudan bahsedebilir, bu durumda genel olarak insanlara yeryüzünde dolaşıp öncekilerin akıbetini öğrenmelerini ve bundan öğüt almalarını emreder. Bununla birlikte eğer toplum hafızasında var olan bir olay ya da kişiye atıf varsa muhakkak buna işaret edilir.
Kur’an’da aktarıldığına göre Hz. Sâlih’in kavmine karşı kullandığı ifadelerde Hz. Nûh’un daha önce helak edilen Âd kavmine işaret ettiği görülür.
Âd ve Semûd kavimlerinin, İrem’in, Firavun’un helakinden bahseden ayetlerde de toplumun daha önce konuyla ilgili bilgisine atıf yapılır. Bazı ayetlerde ise bu hatırlatmada “Görmedin mi?” ifadesi kullanılır: “Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine; ülkeler içinde benzeri yaratılmamış olan, sütunlarla dolu İrem’e; vadide kayaları oyarak şehir yapan Semûd’a; Kazıklı Firavun’a?”
Soru ifadesiyle önceki kavimlere ve kişilere yer veren ayetler Kur’an’ın ilk muhataplarının bu kavimler hakkında bilgi sahibi olduğunu gösterir. Bu bilgiler bazı eksik ve yanlışlarla dolu olsa da neticede toplumsal bellekte helak olan kavimlerle ilgili bir bilgi bulunmaktadır. Bu konudaki bir izaha göre soru ifadesi muhatabın dikkatini çekme ve onlara hakikati gösterme bakımından da önemlidir. Onların bildikleri bir husus, soru metoduyla onlara hatırlatılmaktadır.
Âd ve Semûd Arap coğrafyası içinde yaşamış meşhur toplumlardı. Dolayısıyla Kur’an, toplumun daha önce helak olanlarla ilgili genel malumatını bir referans olarak zikretmektedir. Böylelikle muhatapların bildiği bir hakikat ve tarihi bellekte var olan bir durum muhataplara öğüt vermek ve onları uyarmak üzere kullanılmaktadır.
Hz. Peygamber’in peygamberlikle vazifelendirildiği toplumun Kâbe’ye değer verdiği, Kâbe’nin Mekke ve çevresinde yaşayanların hayatlarının merkezini oluşturduğu bilinmektedir. Kâbe onlar için sadece bir ibadet yeri değil, siyasi ve iktisadi hayatlarını üzerine bina ettikleri önemli bir temeldi. Bu açıdan onların Kâbe’ye olan saygısı ve ona verdikleri değeri farklı açılardan değerlendirmek mümkündür.
Kâbe’yi yıkmak için tertip edilen ordunun Allah’ın azabına uğrayarak helak olması Kâbe’nin değerini tescil konusunda önemli bir hadiseydi. Allah Resulü bu olayın meydana geldiği yıl dünyaya gelmiştir. Muhatapların hafızalarındaki bu taze olaya işaret eden Kur’an ayetleri bu helakin kendileri için bir nimet olduğunu hatırlatmaktadır. Çünkü Kâbe’yi yıkmaya gelen ordu sadece Kâbe’yi değil Mekkelileri de hedef almaktadır. Fillerden oluşan bu ordunun helak edilmesi Allah’ın yüce kudretinin bir göstergesidir. Hz. Peygamber bu olay meydana geldikten sonra dünyaya gelmesine rağmen olayı bizzat görmüş gibi “Görmedin mi?” hitabına muhatap olmaktadır. Bu durum sözü edilen olayın sağlam kanallar vasıtasıyla kendisine ulaştığını ve toplumsal hafızayı gündeme getirir. Kendisi görmemiş olsa bile toplumun bir ferdi olan Hz. Peygamber, toplumsal hafıza ile olaya hâkimdir.
Kur’an ayetleri muhatap toplumun önceki nesillerle ilgili sahip olduğu tarihi bilgilere işaret etmekle birlikte muhatapların kendi tarihi tecrübelerine de yer vermektedir. Ortak tarihi tecrübenin zikredilmesi vahiy ile muhatap arasındaki ilişkinin sağlanması bakımından önemlidir.
*Bu yazı Necmettin Erbakan Üniversitesi, Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi, Tefsir Anabilim Dalı, Doç. Dr. Ayşe Betül ORUÇ Arş. Gör. Dr Sümeyye SAYĞIN’ın “Vahiy-Muhatap İlişkisinde Kur’an’da Referans Gösterilen Ortak Yönler” adlı makalesinden alıntılanmıştır.