Kur’an’ın kavim ve topluluklara bakışını şöyle özetlemek mümkündür: Allah insanları doğuştan onların irade ve isteği olmaksızın tamamen kendi iradesiyle farklı kabileler ve şubeler şeklinde yaratmıştır. Bu farklılıklar bir ihtilaf mekanizmasına dönüştürülmemelidir. Binâenaleyh ırk, kavim veya soyların müntesiplerinin yaratılıştan verilen aidiyetler üzerinden üstünlük veya fazilet yarışına girmeleri neticede de bunlardan bazılarının üstün olduğu yönündeki görüş ve yaklaşımları isabetli bulmadığımızı belirtmek isteriz. Kur’an’da insanların farklı şube ve milletler şeklinde yaratılmış olması, toplumlar ve kültürler arasında bir tanışıklık ve kaynaşma manasına tekabül eden “teâruf” ifadesi ile zikredilmiştir.
Bu anlamda her birey önce insanlık ailesinin bir ferdidir ve Allah’a karşı sorumlu olduğu bilinci ile davranacaktır. Bu sebeple Allah indinde en değerli olan kişiler ona karşı sorumlu olduğunu bilen kabile veya soy mensubiyetini mutedil ölçüde idrak ederek takva ile davrananlardır. Kur’an’da anne-baba, kardeş, eş ve nesebin kıyamet gününde fayda vermeyeceği, herkesin kendi ameli ile muhasebe edileceğine dair birçok delil bulmak mümkündür.
Kur’an’a göre Müminler farklı kabile ve soylara mensup iseler de aslında iman ortak paydasında birleşmekte ve kardeş olmaktadırlar: “Müminler ancak kardeştirler…” Binâenaleyh bir kavme duyulacak kin ve nefret, kişiyi adaletli davranmaktan alıkoymamalı, bireyler ve toplumlar bu ölçüye göre hareket etmelidir. İlgili ayet şöyledir: “Ey iman edenler, Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma (kavim) olan kininiz sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin…”
Kur’an’da yasaklanan şey, kişinin kavmini ve içinden neşet ettiği toplumu sevmesi değil bilakis kavmiyetçiliktir. Nitekim Kur’an’da bir kavmin/topluluğun diğer bir topluluğu alaya almaması, onları hor ve hakir görmemesi şu ayetle ifade edilmiştir: “Ey iman edenler! Bir topluluk (kavim) bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler…”
Kişinin kendisini dünyada koruyup gözeten ailesinin bile kıyamet gününde ona fayda vermeyeceği hususu Kur’an’da soy, nesep ve sülale gibi anlamlara da gelen “Fasîletihi” kelimesi zikredilerek ortaya konulmuştur. “Günahkâr kimse o günün azabından kurtulmak için oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak vermek ister ki kendisini kurtarsın.”Konuyu ifade eden örneklerden bir diğeri de Hz. Nûh ve oğlu arasında geçen diyalogdur.
Bu ayette zikredilen “ehl” ifadesi konu ile ilgili olduğundan üzerinde durulması gerekmektedir. Hz. Nûh’un oğlu küfür üzere öldüğü zaman o: “…Rabbim şüphesiz oğlum da ailemdendir (mın ehlî). Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en hâkimisin.” şeklinde Allah’a dua etmiştir. Bunun üzerine Allah, her ne kadar soy açısından oğlu olsa da onun hakiki ehlinden olmadığını şu ayetle bildirmiştir: “Ey Nûh! O asla senin ailenden değildir. Onun yaptığı iyi olmayan bir ameldir…” Bu ayet-i kerimeler göstermektedir ki Allah indinde değerli olan, herhangi bir soy, sülale ve kabileye kan bağı ile bağlı olan kişi değil, onun yaptığı amellerdir. Kişi sâlih biri değil ise babası Peygamber bile olsa ona faydası dokunmayacaktır. Bu durumda yaratılıştan bize verilen özellikler ile böbürlenmek yerine bilinçli ve iradî fiillere değer vermek/yüklemek daha yerinde bir davranış olacaktır.
Kabile olgusu ve anlayışının hakim olduğu yerde sınıf, rütbe ve statü farkına sahip insanların olması kaçınılmazdır. Mekke müşrikleri Hz. Peygamber’in etrafında toplanmış olan toplumun alt düzeyindeki insanları kovması şartı ile onun meclisine iştirak edeceklerini vadetmişlerdir. Kur’an ise Hz. Peygamber’e onların bu isteği doğrultusunda davranmamasını emretmiştir:“Rablerinin rızasını isteyerek sabah-akşam O’na yalvaranları yanından kovma. Ne onların yaptıklarından dolayı sen hesaba çekilirsin ne de senin yaptıklarından dolayı onlar hesaba çekilir. Onları kovarsan zalimlerden olursun” buyrulmuştur.
*Bu yazı Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğr. Gör. Dr Bayram KANARYA’nın e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi Ağustos-2018 Cilt:10 3.sayısında yayımlanan HADİSLERDE ASABİYETİN REDDİ VE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI çalışmasından alıntılanmıştır.