Birinci Akabe bî'atında Müslüman olan Medîneliler, Resûlullah efendimize: "Yâ Resûlallah! İçimizde, İslâmiyet açıklandı ve yayılmaya başladı. Halkı Allahın Kitâbına da'vet edecek, Kur'ân-ı kerîmi okuyacak, İslâm dînini anlatacak, İslâmın sünnet ve emirlerini aramızda ikâme edecek, yerleştirecek, namazlarımızda bize imâmlık yapacak bir kimse gönder" diye mektup yazdılar.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz Mus'ab bin Umeyr'i, Medine'ye gönderdi ve ona: "Medînelilere Kur'ân-ı kerîm okumasını, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğretmesini, namazlarını kıldırmasını" emretti.
Mus'ab bin Umeyr, hem annesi hem de babası tarafından Kureyş'in asîl ve zengin bir âilesine mensub idi. Nâzik ve yumuşak huylu, son derece zekî idi. Güzel konuşurdu. Mus'ab bin Umeyr kısa zamanda Medîne'ye vardı. Orada kendisini büyük sevinçle karşıladılar. Es'ad bin Zürâre'nin evine yerleşti. Ev sâhibi Medîneli ilk Müslümanlardan idi. Orada insanlara dinlerini öğretmeye başladı.
Bir gün Mus'ab bin Umeyr, bir bahçede, etrâfında bulunan Müslümanlara dîni anlatıyor, sohbet ediyordu. Bu sırada Evs kabîlesinin reîslerinden olan Üseyd, elinde mızrağı olduğu hâlde hiddetli bir şekilde gelip, şöyle konuşmaya başladı: Sözümüzü dinle! Siz bize niçin geldiniz, insanları aldatıyorsunuz? Hayâtınızdan olmak istemiyorsanız buradan derhâl ayrılın!
Onun bu taşkın hâlini gören Mus'ab bin Umeyr; - Hele biraz otur! Sözümüzü dinle. Maksadımızı anla, beğenirsen kabûl edersin. Yoksa engel olursun, diyerek gâyet yumuşak ve nâzik bir şekilde karşılık verdi.Üseyd sâkinleşip; - Doğru söyledin, DEDİ VE MIZRAĞINI YERE SAPLAYARAK OTURDU.
Mus'ab bin Umeyr ona İslâmiyet'i anlattı ve Kur'ân-ı kerîm okudu. Kur'ân-ı kerîmin eşsiz belâgatı ve tatlı üslûbunu işiten Üseyd kendini tutamayıp;- Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir sözdür. Bu dîne girmek için ne yapmalı, diye sordu. Mus’ab;- Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah demek kâfidir dedi. Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah diyerek bu dine giren Üseyd iyi bir Müslüman olma adına Mus'ab bin Umeyr’in dizinin dibinde ayrılmamıştır. Dün Üseyd gibi birçok insan Müslümanlığın bizlere kadar ulaşması adına mızrağını yere saplamıştır.
Oysa bugün bizler bugün dedesinden miras kalmış torun gibiyiz. Bu din bize atadan ya da soydan miras kalmış gibi hoyratça yaşıyoruz. Mızrağımızı inandığımızı söylediğimiz dini öğrenme adına değil de dünyanın zevkleriyle sarhoş olma adına saplıyoruz. Dünyaya kazık çakma atasözü; bu zihniyette olan yani ahreti hafife alıp hiç ölmeyecekmiş gibi dünyayı cennet edinenler için söylenmiş bir söz olsa gerek.
Oysa Müslümanlık kişinin alın teri ve gayreti nispetinde elde ettiği bir inançtır. Hiçbir şekilde ne miras kalır nede miras bırakılır. Müslümanlık Üseyd gibi bu dünya nimetlerinin çekiciliğine rağmen mızrağını yere saplayarak Allah ve rasülü ne diye merak edenlerin ünvanıdır. Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah dedikten sonra mızrağını yere saplayanların ahret sermayesidir.