İnsanlar, yanlış bir algıyla Muhammed Allah’ın Elçisidir” cümlesinin başta Hz. Muhammed (s.a.v.) olmak üzere, genelde peygamberleri ululama, özelde ise Hz. Muhammed (s.a.v.)’in şahsını yüceltme, onun hayat hikâyesinden söz etme, onun fazilet, erdem ve üstünlüklerini zikretme gibi anlamlara geldiğini sanıyorlar. Hatta, o saf ve özgün anlamından tamamen koparıldığı için, çoğu zaman Şehâdet ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir” manasına gelen ikinci şehâdet, âdeta Şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur” anlamındaki birinci şehâdete başkaldırıyor!..
Bu çarpık peygamber tasavvurunu benimseyen bir eğilim, sürekli olarak Hz. Muhammed (s.a.v.)’in şahsı üzerinde yoğunlaşan; onun ezelî ve ebedî olduğunu; yerin, göğün, nehirlerin, denizlerin, nebatâtın, ağaçların, insanların ve hayvanların, kısacası her şeyin ondan yaratıldığını ifade etmek için “Hakîkat-i Muhammediyye” terimini kullanan bu akımı güçlendirmiştir.
Bizler de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in doğum gününde “mevlit törenleri” yaptık ve Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in, “Her kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür ve her kim de Allah’a tapıyorsa bilsin ki O diridir; ölmez” sözünü unutarak Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sırf şahsiyeti (fiziksel ve biyolojik yapısı) üzerinde yoğunlaşmak suretiyle bu bid’atleri çoğalttık. Oysa, ikinci şehâdetle Şehâdet ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir) kastedilen, bu anlamlardan hiçbiri değildir!..
Peki, bu şehâdetle kastedilen nedir?
İnsanlık, çocukluk devresini tamamlayarak olgunluk ve erkeklik çağına erişince, vahyin büyük merhalelerinin üçüncüsü gelmiştir. O halde Şehâdet ederim ki Muhammed (s.a.v.) Allah’ın elçisidir” cümlesinin anlamı, bize, İslâm’ın sözünü ettiğimiz bu vahiy merhalelerinin en son aşaması olduğunu ifade eder. Çünkü artık insan aklı, doğruyu yanlıştan ayırma (temyiz) ve olay ve olguları birbirlerinden ayrıştırmaya güç yetirecek seviyeye ulaşmış bulunmaktadır. Bu bağlamda akıl, sahip olduğu bu yetiyle vahyin kendisine vermiş olduğu bütün gerçeklere ulaşabilme kabiliyetine sahiptir. İnsan, bu hakikatleri anlayabilir, yorumlayabilir, uygulayabilir ve pratik hayatında söz konusu hakikatlerden istifade edebilir.
İnsan, yeryüzünde Allah’ın otoritesini hâkim kılmaya muktedirdir ve bu ameliyeden de mesuldür. Ona emânet tedi edilmiş ve o da tamamen özgür irâdesiyle emaneti yüklenmeyi kabul etmiştir. Onun sorumluluğu, yalnızca emanetin gerektirdiklerini yerine getirmektir.. Nitekim Allah Rasûlü Hz. Muhammed (s.a.v.), geçmiş diğer nebî ve resûller gibi sadece hakka şâhitlik etmekle yetinmeyerek bu uğurda bütün gücüyle cehd ve gayret gösterdi ve vahiy tecrübesini gerçekleştirmeyi başardı.
Geçmiş peygamberlerin verdikleri uğraşı, çoğunluk nezdinde değil de azınlık nezdinde başarılı olduğu halde, Hz. Peygamber (s.a.v)’in benzer uğraşısı çoğunluk nezdinde de başarılı olmuştur. Bu da vahyin son aşamada amacını gerçekleştirip hedefini bulduğunu gösteriyor. İşte bunun delili, artık insan özgürlüğü ve bağımsızlığının ilan edilmiş olmasıdır. Böylece özgürlüğe ve tam bağımsızlığa ulaşan insan, tabiat kuvvetleri tarafından gelecek olan baskıcı güçlerinin görüntüsünden ya da egemen sosyal sistemlerin tasallutundan vicdanını bütünüyle kurtarıp özgürleştirdikten sonra Yüce Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve daveti gerçekleştirici risâlet nosyonunun yürütücüsü (emanetçisi) olmuştur.
O halde Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet erdim ki, Muhammed Allah’ın elçisidir” kelime-i şehâdeti şu anlama gelir: “Ben, tanıklık ederim ki, insan hür ve bağımsızdır!” Çünkü onun akıl ve irâdesi vardır! İşte ben, (aklını işlevsel hale getirip irâdesini doğru yönde kullanan) bu insanım!...
*Bu yazı Mısırlı çağdaş İslâm düşünürü Hasan Hanefi’nin ed-Dîn ve’s-Sevra fî Mısır adlı eserin vıı. İçinde 147-141 sahifeleri arasında KELİMEYİ ŞEHADETİN ANLAMI ÜZERİNE adlı başlıklı kısmın İnönü Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Öğretim Üyesi Doç. Dr., Mehmet KUBAT tarafından çevirisi yapılarak İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi Bahar 2012/ 3(1) 229-248 arasında yayımlanan makalesinden alıntılanmıştır.