Ölüm denen gerçek: kimine göre bir yok oluş, kimine göre ise yeni bir hayata açılan kapı demektir.Gidenlerin bir daha geri gel(e)mediği bir kapı. Kuran-ı kerim ise ölümü: bu dünyada tercih edilen hayatın ve fikirlerin hesabını vermenin başlangıcı olarak tanımlar. Enbiya suresi 35. Ayeti ise ölümün yaratılan ve ilişkisi her nefis ölümü tadacaktır şeklinde dile getirilmiştir. Bu ayet, tüm insanlığa, imtihan için yaratılan her şeyin, ölümden kaçışının mümkün olmadığı/olamayacağı gerçeğini bildirilmiştir. Bu dünyada imtihan gerçeği ile yüzleşen insanların öteki dünyada akıbetlerinin neye göre belirleneceğini ise Allah-u Teâlâ: Her insanın kuşunu (amelini, hayatını, tercihlerini) kendi boynuna doladık. Kıyamet günü onun için, açılmış halde kendine ulaşacak bir kitap çıkarırız (17/13) ve Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur (53/39) ilkesi ile bildirir.
Yukarıdaki ayet misali Allah-u Teâlâ bir çok ayette de insan için kendi çalışmasından başka bir şey yokturdemesine rağmen, ölünün arkasından, ölünün hiçbir dahli olmayan çeşit çeşit ritüeller yakınları tarafından yapılır. Oysa yapılan bu ritüeller’in nerdeyse tamamının gerek kuranda, gerekse sünnette karşılığı yoktur. Buna rağmen bu ritüeller; zamanla sanki dinin olmazsa olmazı ve dini bir vecibe gibi kanıksanmıştır.
Bu uygulamaların Ölüye bir faydası var mı yok mu tartışmalı bir konu olması yanında, ölü yakınlarına faydası olduğu su götürmez bir realitedir. Bu faydanın ilki toplumsal baskı veya tepkiyi savuşturma şeklinde tezahür eder. İkinci faydası ise, mevta sağ iken ona yapmaları gerekirken yapamadıkları veya yapmadıkları iyiliği arkasından yaparak bir nevi vicdanlarını rahatlatmalarına sebep olur. Ölü arkasından yapılan bu törenlerin, Allah-u Âlem en önemli sebebi ise mevtanın cennete giremeyeceği endişesi veya mevtanın cennetteki derecesinin yükselmesine katkı sağlamak olsa gerek.
Çünkü ölüm olayının hemen akabinde geçen günlerin çetelesini tutarlar. Ölümden sonraki yedisi kırkı yetmişini bekleyerek, O’nun bu dünyada yapmadıkları veya yapamadıkları vecibelerinin bir kısmını o’nun adına tamamlama veya tamamlatma gayretine girerler. Mesela Namazı eksikse (dinde yeri olmasa da) umulur veya belki diyerek ıskat denilen bir uygulama ile kendilerince ölünün borcunu sıfırlamayı amaçlarlar. Tutamadığı bir kenara, yaşarken tutmadığı Orucunun kefaretini verirler. Bunları yaparken de al takke ver külah misali yöntemleri kullanırlar. Bunları yapmayan veya yapamayan bir rekkısım sınıf ise yasinler, mevlitler okurlar, hatimler indirirler. Birde sanki dinde mevcut bir ibadet yapmış gibi de sevap umarlar. Bu kadarla yetinseler ne gam. Hızlarını alamayıp, farz olan bir ibadet yapıp çok büyük bir sevap kazanmış gibi peygamberler dahil tüm insanlara da pay ederler
Her ne kadar bu ritüeller ölüler için yapılıyorsa da, asıl hedef kitlesi yaşayanların bilinçaltıdır. Çünkü bu uygulamalardan mesaj olarak ölünün etkilenme şansı olmadığı göre, geriye hedef kitle olarak yaşayanlar kalmaktadır. Yukarıda örnekler verdiğimiz ve onlara benzer ritüeller, insanların bilinç altına olumsuz mesajlar verdiğinden, insanların İslami inançlarına direk olarak etki etmektedir. Bu tür ritüeller bilinçaltına, nasıl olsa ben öldükten sonra birileri benim eksiklerimi tamamlayacak düşüncesinin yerleşmesine zemin hazırlıyor. Arkasından okunan mevlitlerin Yasinlerin hatimlerin dünyadaki eksiklerini sileceğine inanıyor. Şeytan ise eğer öyle olmasa insanlar bu ritüellere neden bu kadar önem verir düşüncesi üzerinden telkinler verir. Bunun neticesi olarak dini yaşama ve öğrenme konusunda gevşeklik artık vicdanları rahatsız etmez olur. Bu dünya hayatı ise ahreti kazanma noktasında önemini yitirerek sınav olmaktan çıkar.