Kuran-ı kerimde Burûc sûresinde 4-8. ayetlerde, çıra ile tutuşturdukları ateş dolu hendeklere Allah’a inandıkları için müminleri atan ve hendeğin etrafında oturup onları seyreden kimseleri anlatan ve Ashab-ı uhdud diye meşhur olan ilginç bir kıssa/olay anlatılır. Bu kıssayı ilginç kılan en önemli yönü ise günümüzde başkalarının yaşadığı acıdan zevk alma, eğlenme hali olarak tarif edilen Sadizm’in en uç örneğinin yaşanmasıdır.
Ayetlerde kıssa/olay şöyle anlatılır: Kahrolsun mü’minleri yakmak için o hendekleri kazanlar. Alev alev tutuşturulmuş ateşle dolu hendekleri! Onlar o ateşin başına oturmuş, Mü’minlere yaptıkları işkenceyi keyifle seyrediyorlardı. O mü’minlerden, başka bir sebeple değil, sadece karşı konulmaz kudret sahibi ve her türlü övgüye lâyık olan Allah’a iman etmelerinden ötürü nefret edip, intikam alıyorlardı.
Bu kıssayı/olayı analiz ettiğimiz zaman bu korkunç olayın gerçekleşmesinde üç türlü insan sınıfının katkısı olduğunu görürüz. Bu zulmün meydana gelmesinde sergilenen üç türlü insan gruplarından birinci: Bu zulmün yapılmasını emreden otorite sahibi insanlar. İkinci kısım insanlar ise, zumlun yapılmasına güçleri ile yardım edenler. Son grubu ise; bu insanların ateşe atılışını sinema gibi seyreden insanlar oluşturuyordu.
Bu insanlar işlenen zulüm noktasında farklı farklı konumlarda olmasına rağmen, hepsinin buluştuğu bir nokta vardı. Bu insanlar sadistlik duygularının tatmini için bir arada bulunuyorlardı. Çünkü bu insanları normal yolla öldürmek yerine uzun süreli acılı bir ölümü layık görüyorlardı. Bunun için de insanların acı çekerek ölümlerini film izler gibi izlemek için hendeklerin önüne koltuklar yerleştirmişlerdi. Böylelikle seyirciler koltuklarında oturmuş insanların acı çekerek ölmelerini büyük bir zevkle seyrediyorlardı.
Dün olduğu gibi bugünde insanların birçoğu televizyonlardaki çeşitli programlar üzerinden oturdukları koltuklardan başkalarının başına gelen acıları seyrederek günlerini geçiriyor.En çok seyredilen programların başında başkalarının dertlerinin işlendiği ya da içeriği şiddet kavga ve dedikodu olan yapımlar geliyor. Reytingleri birbiriyle kavgaların edildiği en mahrem konuların işlendiği programlar kırıyor.
Dün insanların hendeklerde yakılmasını zevk içinde seyredenler gibi bugün başkalarının acılarıyla zevk alanların durumunu en iyi bir şekilde Gökhan Özcan 22.02.2007 tarihli bir köşe yazısında şöyle anlatıyor: Teknolojinin insana yaptığı son fenalık ölümü de seyirlik haline getirmesi oldu. Son zamanlarda internetten televizyona kadar bütün görüntülü medya araçlarının gözdesi kısa videolar oldu. Bir kısmı yaşadığımız komiklikler, düştüğümüz gülünç durumlarla ilgili görüntüler... Diğer kısmıysa yaşadığımız felaketlerin, acıların ve çeşitli biçimleriyle ölümün görüntüleri... Hayatın yazdığı dehşet senaryoları... Sonuçta hepsi hafızalarımıza küçük tatlı badireler olarak ekleniyor. Peki ya ölüm, acı ve dehşet... Bir siyasetçinin kafasına kurşun saplanmadan önceki 90 saniyesini izlemek neden herkese bu kadar cazip geliyor? Neden az sonra üstünden kamyon geçecek bir televizyon muhabirinin görüntülerine göz atmadan edemiyoruz? Filmlerde binlercesini gördüğümüz ve kanıksadığımız adi bir cinayet sahnesi, gerçekten yaşanınca içimizde neden bu kadar karşı konulmaz bir merak uyandırıyor? Neden başkalarının ölümünü, yaşadıkları acıları, dehşeti seyretmek için bu kadar istekliyiz? Bir insanın hayata son kez nasıl baktığını görmeyi neden bu kadar çok istiyoruz?
Dünkü insanlar koltuklarına kurulmuş bir halde Ashab-ı Uhdud’un ateşe atılmasını zevk ve neşe içinde seyrederek sadist duygularını tatmin ediyorduysa, bugün birçok insanımızda aynı şekilde koltuklarına oturmuş vaziyette sadist duygularının tatmini adına yardım kılıfı altındaki programlar aracılığı ile bir insanın çaresizlik içinde ki kıvranışlarını, çırpıcılarını, gözyaşlarını zevk alarak seyrediyor.