Siyaset sahnesinde milletvekili, belediye başkanı ve meclis üyesi transferleri her dönem tartışma konusu olmuştur. Bir partiden seçilen bir siyasetçinin, başka bir partiye geçmesi etik mi, yoksa siyasi bir zorunluluk mu? Seçmenin iradesine ne kadar saygı duyuluyor? İşte bu sorular, her transfer olayında yeniden gündeme geliyor.
Seçmen, oy verirken genellikle bireyden çok partinin politikalarına, ideolojisine ve vaatlerine oy veriyor. Bir milletvekili, belediye başkanı ya da meclis üyesi seçildikten sonra partisinden istifa edip başka bir partiye geçtiğinde, bu durum seçmenin iradesine saygısızlık olarak görülüyor. Çünkü seçmen, oyunu o kişinin bireysel siyasi kariyeri için değil, temsil ettiği parti için vermiştir.
Özellikle yerel seçimlerde, meclis üyeleri ve belediye başkanlarının parti değişimleri, belediye yönetimlerini doğrudan etkileyebiliyor. Seçimle iş başına gelen bir belediye başkanı, başka bir partiye geçtiğinde hizmet politikalarının ve projelerin değişme ihtimali ortaya çıkıyor. Seçmen, oy verdiği partiye ait belediyecilik anlayışının devam edeceğini düşünürken, transferle birlikte bambaşka bir vizyonla karşı karşıya kalabiliyor.
Transferlerin arkasında farklı motivasyonlar olabilir. Bazı siyasetçiler, partilerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle yollarını ayırırken, bazıları daha güçlü bir konum elde etmek için geçiş yapabiliyor. Parti değiştiren vekillerin bir kısmı, yeni partilerinde bakanlık, belediye başkanlığı ya da kritik bir görev beklentisiyle hareket edebiliyor.
Partiler açısından bakıldığında ise bu transferler bazen stratejik bir hamle olarak kullanılıyor. Mecliste çoğunluğu sağlamak, yerel yönetimlerde etkinliği artırmak ya da siyasi dengeleri değiştirmek adına transferler sıkça yapılıyor. Ancak bu tür hamlelerin, uzun vadede siyasi etik açısından büyük soru işaretleri yarattığı da bir gerçek.
Bir siyasetçinin partisini değiştirmesi elbette kişisel bir tercih olabilir. Ancak gerekçeler her zaman inandırıcı olmuyor. Seçimden hemen sonra yaşanan transferler, daha çok kişisel çıkar olarak algılanırken, uzun süre partide kalıp, ideolojik nedenlerle ayrılanlar daha az tepki görüyor.
Örneğin, bir milletvekili partisinin politikalarının kendisiyle uyuşmadığını düşünüp ayrılabilir. Ancak seçime girerken bu uyumsuzluğu görmemesi veya görüp de susması, seçmen nezdinde büyük bir çelişki oluşturur. Özellikle muhalefet bloğundan iktidar partisine geçenler daha fazla eleştirilirken, muhalefet partileri arasındaki geçişler daha tolere edilebilir bulunuyor.
Bu tartışmaların önüne geçmek için bazı ülkelerde siyasi etik kuralları uygulanıyor. Örneğin, bir milletvekili partisinden ayrıldığında, bağımsız kalmak zorunda bırakılabiliyor veya seçmen yeniden sandığa davet ediliyor. Türkiye’de de benzer bir düzenleme yapılabilir mi? Eğer bir vekil ya da belediye başkanı partisinden istifa ederse, seçmenin görüşü alınarak mı yeni bir partiye geçmeli?
Özetle, siyasette transferler kaçınılmaz bir gerçek olsa da, bu sürecin etik kurallar çerçevesinde yürütülmesi gerekiyor. Aksi halde, siyasetçi ile seçmen arasındaki güvenin sarsılması kaçınılmaz oluyor. Seçimle gelenin seçimle gitmesi gerektiği prensibi, yalnızca demokratik değil, aynı zamanda ahlaki bir zorunluluk olarak da karşımızda duruyor.