TÜRKÇE İBADET MESELESİNDE BİZİMDE TUZUMUZ OLSUN

Geçmişte kalmış ya da önemi olmayan bir olayın yeniden hatırlatılması ya da gündeme getirilmesini ifade eden temcit pilavı diye bir atasözümüz vardır. Geçenlerde youtube kanalında gezinirken Yaşar Nuri Öztürk’ün anadille ibadetle alakalı bir videosuna denk geldim. Çok ateşli bir şekilde insanların kendi anadilinde ibadet etmesini savunurken, milletin din konusunda cahil kalmasının anadilde ibadete izin verilmemesini gösteriyordu. İlk bakışta birçok insana mantıklı gelen ve haklılık payı verdiği bir düşünce gibi görünüyor.  Lakin bu olay bin iki yüz yıl öncede gündeme gelmiş ve âlimler bu konuyu tartışmış ve kabul edilen bir görüşte birleşmişler. Lakin hala temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp milletin önüne getiriyorlar. 

Aynı konunun 1990’lı yılların sonunda temcit pilavı misali insanımızın gündemine sokulması üzerine din işleri yüksek kurulu toplanıp konu ile ilgili bir fetva yayınlamış. 103 nolu fetvanın bir bölümünde şöyle deniyor; Bilindiği üzere tercüme, bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek demektir. Oysa her dilin, başka dillerde bulunmayan (kendine ait) ifade, üslup ve anlatım özellikleri vardır. Bu yüzden, edebi ve hissi yönü bulunmayan bazı kuru ifadeler dışında, hiç bir tercüme aslının yerini tutamaz ve hiçbir tercümede, her bakımdan aslına tam bir uygunluk sağlanamaz. 0 halde Kur'an-ı Kerim gibi, ilahi belâğat ve i'cazı hâiz bir kitabın aslı ile tercümesi arasındaki fark, yaratan ile yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür. Çünkü biri Yaratan Yüce Allah'ın kelamı; diğeri ise yaratılan kulun âciz beyanı. Hiç böylesi bir tercümenin, Allah kelâmının yerine konulması ve aynı hükümde tutulması mümkün olur mu?
       Herkesin kendi konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması, Peygamberimizin öğrettiği ve bugüne kadar uygulana gelen şekle ters düşeceği gibi içinden çıkılmaz birtakım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır. Diğer taraftan, yüzleri aşan tercüme ve meal arasından din ve vicdan hürriyetini zedelemeden, üzerinde birlik sağlanacak birisinin namazda okunmak üzere seçilmesi ve bunu herkesin benimsemesi mümkün görülmemektedir.

 

Kuran, ezan, namaz Arapçadan başka bir dille icra yapınca sanki insanlarımız âlim olacaklarmış gibi bir hava oluşturulmaya çalışılıyor.  Anadil de ibadetin bir kerameti olsa idi Arapların hepsinin âlim olması gerekirdi. Oysa ana dili Arapça olmasına rağmen kuranı okuyamayan ve anlamayan insan sayısı denizlerdeki kumlar kadar. Bu konuyu gündeme getirenlerin başta iyi niyetinden şüpheliyim. Sanki Arap ve Arapça düşmanlarının değirmenine su taşıyorlar gibi. Bununla birlikte iki konuda daha çokbilmişlik ve ukalalık yapıyorlar. Birincisi gündemde olmak adına; resmen Ey milyarlarca Müslüman sizler koyun sürüsünüz ve de geri zekâlısınız deniyor. Resmen sizin âlim dediğiniz adamların da ya kafası çalışmıyor ya da sizi kandırıyorlar diyorlar. Bunu derlerken dolaylı olarak, bir tek ben ve benim gibi düşünenler, akıllı ve kafası çalışan insanlardır diyorlar.

 

İkinci olarak şu olayı gözden kaçırıyorlar. Diyanet işleri başkanlığının açıklamasını görmemezlikten gelmelerinin yanında, bir kişi isterse dinini her türlü dilde öğrenir gerçeğini göz ardı ediyorlar. Anadil fikrini savunanlar Allah-u Teala’nın adalet sıfatını inkar ettiklerini  ve fırsat eğitliği ilkesini hiç hesaba katmıyorlar. Birde şu gerçek var. insanlar İngilizce. Almanca, Rusça vs vs dilleri dünyalık menfaat elde etmek adına şakır şakır öğrenip konuşuyorlar da iş Arapçaya geldiğinde ise ipe un seriyorlar. Hiçbir Allahın kulu da: Arkadaş Dünyan için elin gâvurunun dilini öğreniyorsun da, dinin ve ahiretin için Arapçayı niye öğrenmiyorsun diye sormuyor?