ÜÇ BEŞ KURUŞ İÇİN SALEBEYE CEHENNEMİ REVA GÖRENLER

  • SUR YAPIIIIIII

    İnternet üzerinde gezinti yaparken Amman din hizmetleri ataşesi Mehmet Ali Aytekinin Diyanet dergisinde yayımlanan bir araştırma yazısına denk geldim. Yazıda bir sahabe üzerinden İslam’ın temel akidelerine ters düşerek Müslümanları güya hayra teşvik etmeyi amaçlayan hadisin kritiği Kuran ayetleri çerçevesinde yapılıyor. Yazıyı özetleyerek bu köşeye sığdırmaya çalıştım.    

   Camilerde gerekse televizyonlarda Müslümanları bilhassa zekât ve sadaka gibi mali ibadetlere teşvik etmek maksadıyla vaazlar ve konuşmalar yapılır; konuyla alakalı kıssalar anlatılır. Anlatılan bu kıssalardan biri ve belki de en meşhuru Salebe kıssasıdır. Hani fakirliğinden dolayı birkaç defa Efendimize (s.a.s.) gelip mal mülk sahip olmak için dua isteyen; fakat her defasında, “Şükrünü eda ettiğin az mal, şükrünü eda edemediğin çok maldan hayırlıdır.” denilerek geri çevrilen; ama sonunda duaya mazhar olup kısa zamanda Medine’ye sığmayacak kadar sürülere sahip olan; zekât zamanı gelince de “bu bir haraçtır/vergidir” diyerek sürülerinin içinden bir koyunu dahi Efendimizin (s.a.s.) gönderdiği zekât memurlarına veremeyecek kadar cimrileşip onları eli boş geri gönderen… meşhur kıssa.             

      Bundan dolayıdır ki farkında olmadan, masum bir insan, Bedir ashabından olan önemli bir sahabi fâsıklıkla, münafıklıkla itham edildi ve hâlâ edilmektedir. Bu kadar meşhur olan bir sahabi hakkında anlatılan hikâyenin temel hadis kaynaklarında yer almaması, hikâyenin anlatıldığı tali kaynaklardaki isnadının da ilk dört dönemde haber-i vahit (tek kişinin haberi) seviyesinde kalması bu rivayetin sıhhatinde ciddi şüpheleri beraberinde getirmektedir. Şüpheleri derinleştiren ikinci bir husustur. İçerik olarak da birçok çelişkiyi ihtiva etmektedir Salebe kıssası. Belki de senetten ziyade muhtevasının üzerinde durulması ve içerisindeki bilgilerin İslam’ın temel prensip ve esaslarına göre değerlendirilmesi gerekir bu hikâyenin. Nitekim rivayetin batıl olduğunu söyleyen âlimler özellikle hikâyenin muhtevasına vurgu yapmışlar ve bunun: a) Allah (c.c.) “Onların mallarından zekât al…” (Tevbe, 9/103.) buyurduğu hâlde Peygamber Efendimizin, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in, kendi elleri ile zekâtını getirip teslim eden bir Müslüman’ın zekâtını kabul etmemelerinin hem bu ayetteki emre hem de zekât konusunda onlardan bize intikal eden uygulamalara muhalif olduğunu; b)Bir Müslüman’ın günahı ne kadar çok olursa olsun günahlarından tövbe ettiğinde tövbesinin kabul edileceği ve tövbe eden bir Müslüman’ın da hiç günah işlememiş gibi olduğu İslam’ın temel bir prensibi iken, hikâyeden, hatasını anlayıp pişmanlık duyan ve tövbe eden Salebe’ye karşı Hz. Peygamber, Ebu Bekir ve Ömer efendilerimizin bu prensip çerçevesinde hareket etmediklerinin anlaşıldığını; bunun da İslam’a aykırı olduğu için onlar hakkında düşünülemeyeceğini ifade etmişlerdir. Hikâyede, çok fakir olan Salebe’nin Peygamberimizin duası ile birkaç koyun edindiği ve kısa zamanda koyunların tırtılların üremesi gibi üreyip çoğaldığı; sürülerinin çokluğundan dolayı Medine’ye sığmayıp bir vadiye taşınmak zorunda kaldığı anlatılır. Salebe’nin birkaç koyundan    -en geniş zaman aralığı- dokuz yıl gibi kısa bir zamanda vadilere taşan sürülere sahip olması akıl ile izah edilebilir bir şey değildir. Bunun, Efendimizin (s.a.s.) duasının bereketi ile mucize olarak meydana geldiğini kabul edelim; o takdirde bu mucizenin Efendimizin meşhur bir mucizesi olarak temel kaynaklarımızda zikredilmesi gerekmez miydi?
     Rivayette Peygamber Efendimizin, “Onların mallarından zekât al…” (Tevbe, 9/103.) ayeti nazil olunca zekâtları toplamak üzere iki kişiyi görevlendirdiği belirtilmektedir. Zekâtın hicretin ikinci senesinde farz kılındığına ve bu ayet de hicretin dokuzuncu senesinde nazil olduğuna göre, bundan, ya Efendimizin farz olan zekâtları önceki seneler toplatmadığı ya da Salebe’nin önceki seneler zekâtını verdiği anlaşılır ki her iki durumda da kıssa ile alakalı ciddi problemler ortaya çıkar. İnsan olması itibariyle sahabede günahtan beri değildir. Lakin yapmadığı bir şeyle (amaç-gaye ne olursa olsun) ve küfürle itham edilmesi de, o büyük sahabeye iftira ve haksızlıktan başka bir şey değildir. Orijinal metni için https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=6455

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.